15 Ağustos 2009

Benden de küçüğü varmış

Bu öğleden sonra da her zamanki 2 saatlik güzellik uykuma yatmıştım. Annem de fırsattan istifade biraz kestirsem mi diye düşünürken Rubi aramış. "Ela'yı tanıştırmak istediğimiz biri var..." demiş, "... uyanınca gelin hadi."

Rubi'nin yeğeni Rüzgar gelmiş İzmir'den. Henüz 50 günlük. O kadar minik ki... Benden bile minik... O da benim gibi erken ve 2,5 kg doğmuş. İlk defa benden daha küçük birini gördüm.
Yalnız biraz haşin bir erkeğe benziyor. Annelerimizin kucağında birbirimize bakarken bir anda nara atıp beni yakamdan tutuverdi. Neye uğradığımı şaşırdım, bastım zılgıtı ben de. Ne kadar korktuğum fotoğrafta da açıkça görülüyor.

12 Ağustos 2009

Minik ama güçlü bir kalp

Bazen yazılarımda aramıza yeni katılacak olan arkadaşlarımdan bahsediyorum. Bugün içlerinden birinin kalp atışlarını dinlemeye anne&babası ile birlikte gittik. Bebecik henüz 12 mm boyunda olmasına rağmen kalbi o kadar güçlü atıyor ki... Belli ki tüm gücüyle hayata tutunmaya çalışıyor. İnşallah annesinin karnında tamamlayacağı süreyi benim gibi sorunsuz geçirecek ve ailesi onu sağlıkla kucağına alacak. Tahmini doğum tarihi tam da benim doğumgünüm civarına denk geliyor. Belki de aynı gün doğacağız, kim bilir? :)

Annem ve ben muayene sırasında kameramanlık yaptık, bu güzel anı kayda alarak ölümsüzleştirdik. Çok güzel bir hatıra olacak onun için. Gerçi arka planda benim konuşmalarım duyuluyor ama olsun. O kadar kusur kadı kızında da olur. Çenemi tutamadım işte...

Ne yazık ki benim kalp atışımı ilk duydukları anı kameraya almak bizimkilerin aklına gelmemiş. İnsan heyecanlı oluyor tabii. O gün tek düşündükleri Birgül Hanım'dan benim sağlıklı olduğum haberini almakmış. Zaten bebişin ailesine de bu aklı annem verdi, "Biz unuttuk, siz unutmayın." diye.

Annem benim kalp atışlarımı ilk duyduğunda dünyanın en güzel sesi olduğunu düşünmüş, üzerinden aylar geçmesine rağmen hala ilk günkü gibi kulaklarında olduğunu söylüyor. Babam da çok heyecanlıymış. Bebeklerin sağlıklı gelişip gelişmeyeceği bu 8.hafta kontrolünde daha net belli olduğundan mühendis kafasına sahip babacığım sevinmek için bu günü beklemiş. Bizimkiler benim minicik kalbimin güçlü atışından çok etkilenmiş. Aramızdaki aşkın temelleri ilk o gün atılmış. Her geçen gün artan bir aşkın temelleri...

11 Ağustos 2009

Stoktaki sütleri çözerken

Stoktan süt kullanmaya başladığımız ilk gün... Memeden sonra çok ağlamıştım. Annem de doymadığımı düşündü haliyle. Birlikte mutfağa gittik, ben hala ağlıyordum. Annem de ben kucağında ağlarken sütü bir an önce çözmek için süt çözmenin altın kuralını boşladı: Poşeti 37 derecede yavaşça çözmek.

Ben ciyak ciyak ağlarken aceleden biraz daha sıcak bir suda çözdük süt poşetini. Annem biberona boşalttı ve bana verdi. İçmek istedim ama tadı bir acayipti. Hemen yüzümü ekşittim. Annem de birşeyin ters gittiğini anladı. Sütü tatmasıyla "Iyyyy ne olmuş buna?" diye bırakması bir oldu. 4,5 aylık olabilirim ama ağzımın tadını da bilirim hani. Her verileni içerim mi sandınız? ;)
Demek ki neymiş? Poşetleri bir gece önceden derin dondurucudan buzdolabına indirecekmişsiniz. Bize vermeden önce de 37 derecede ılıtacakmışsınız. "Elacığım biz nereden bileceğiz suyun 37 derece olduğunu?" diye sorarsanız eğer... Banyo yaparken kullandığımız minik termometreyi kullanabilirsiniz. Size bir de ipucu vereyim: Elinizi suya yanmadan, rahatça sokabilmelisiniz.

PS: Olan benim 120 cc'lik sütüme oldu, boşa gitti yazık :(

10 Ağustos 2009

Bebekler, emmek ve biberon alışkanlığı

Biz bebeklerin dünyaya geldikten sonra öğrenmesi gereken en önemli şey annelerimizi emmek. Bunu çoğumuz sorunsuz halledebiliyoruz. Tabii bazı şartların oluşması kaydıyla...

Bunların ilki doğduktan sonraki 1 saat içinde bebeğe annesini nasıl emeceğinin öğretilmesi. Mesela ben doğar doğmaz kontrolüm ve iğnelerim yapıldı ve yarım saat içinde annemin yanına çıkarıldım. Bebek hemşiresi gelip bize nasıl emzirildiğini gösterdi. Annem de ben de dünyadan bir haberdik tabii. Birlikte öğrendik bu işi. O kadar komik fotoğraflarımız var ki.. Annem ameliyatlı olduğundan bir garip yatıyor, beni memeye koyup gitmişler, iki büklüm kalmışım vs.

Bir diğer önemli konu bebeklere bebek odasında şekerli su verilmemesi. Eğer F. Nightingale ya da Amerikan gibi bebek dostu hastanelerde doğarsanız, hiç merak etmeyin asla böyle birşey yapmazlar.

Bebeklerin bebek odasında tutulmayıp anneleriyle yatmaları da çok önemli. İlk saatlerimizde her acıktığımızda hoop annemizin kucağında olmamız gerekiyor. Hastanenin bir ucundan annemizin kaldığı odaya götürülmeyi bekleyemeyiz.

Son olarak; hayatımızın belki de ilk iki yılını etkileyecek emzik ve biberon kullanımı konusu var. Bebeklerin kafa karışıklığı yaşamaması için uzmanlar sadece anne sütüyle beslenen bebeklere ilk 3 hafta kesinlikle emzik ve biberon verilmemesini öneriyor. Anne memesini emmek zor, biberonu emmek kolay, biz bebekler akıllıyız. Bu 3 faktör biraraya geldiğinde, "Anne ya, sen geç bu meme işini valla çenem yoruldu! Bana şu öbüründen versene nasılsa aynı şeyi içiyorum" deyiveriyoruz. Emmeyi azalttığımız ya da bıraktığımız zaman ise annemizin memesi beynine süt yapması için sinyal göndermediğinden annemizin süt performansı düşüyor, kısa bir süre sonra da süt üretimi duruyor.

Bazen annenin bebeğini emziremediği durumlar olabiliyor. Böyle olduğunda yapılması gereken; biberonla besleme işini bir başkasının üstlenmesi. Böylece biz kafamızda şöyle bir kodlama yapıyoruz: "Annemde meme, bakıcımda biberon."

Ben de artık her gün, günde 4-5 kez biberon kullanacağım. Annem bana nedenini niçinini anlattı. Tek kaygısı emmeyi bırakmammış. "Biberona alışıp beni bırakma, tamam mı?" dedi. Söz vermedim valla hangisi işime gelirse. Her memeden sonra annemin 40-50 cc kadar sütü biberonla vermesi gerekiyor. Peki evde 3. bir kişi olmadığına göre bana biberonu kim veriyor?
İzleyelim...

PS: Anne sütüyle beslenme hakkında ayrıntılı bilgi için: www.unicef.org/turkey/ir/_mc29.html

09 Ağustos 2009

Pazar tembelleri

Sabah yine erkenden kalkıp yollara düştük. Gözde ve Emre ile Bebek'te Happily Ever After'da kahvaltı yapacaktık. Aslında buluşma saati 11 ama bizim 11'de orada olabilmemiz için 9'da kalkmamız gerekiyor. Bu yüzden erkenden kalkmış oluyoruz :) Bizimkiler kahvaltı yaparken ben biraz kestirdim ama uyandıktan sonra her zamanki gibi babamdan tek bir beklentim vardı: Rakımı yükseltmesi :) Ne yapayım, o kadar yere yakınım ki bu mesafeden herkesi göremiyorum. O zaman da hayat çok sıkıcı oluyor.

Önce dışarıdaydık, güneş gelince içeriye geçtik. Gelsin muffinler, gitsin kahveler derken neredeyse tüm menüyü yemiş olduk. Emre GS Adası'na gitmeyi önerdi, herkes ok deyince hooop kendimi teknede buldum. Adada herkes havuza giriyordu, biz hazırlıksız olduğumuzdan birşeyler içmek için 360'a oturduk. Yine gelsin Mohito'lar, gitsin kahveler derken kendimi tatlı rüzgarın kollarına bırakıp uyudum. Haftaya Emre ve Gözde ile denize gitmek üzere sözleşerek ayrıldık. GS Adası harika bir yer ama annem beni havuza sokmuyor, bu yüzden denize gideceğiz.Akşam da Frame'e, Seda ve Cem'in düğününe gittik. 8'de sütümü içip uyudum. Herşey harikaydı, nikah kıyıldı. Alkışlar, güzel dilekler... Müzikler Latin havasında olunca ninni gibi geldi bana. Ama bir anda dımtıslar başladı. Yüksek müziğe ışık oyunları ve duman da eklenince uyandım tabii. Daha önce hiç böyle şeyler görmemiştim. Neye uğradığımı şaşırdım. Böyle olunca geceyi erken bitirmek zorunda kaldık. Eve geldiğimizde kurt gibi acıktığımı farkettim, meme emdim. O kadar uykum vardı ki, hemencik uyudum.

Çok sevgili Seda ve Cem, size bir ömür boyu mutluluklar diliyorum.