04 Eylül 2009

Nasıl poz nasıl veriyorum?

Herkes anneme nasıl bu kadar güzel fotoğraf verebildiğimi soruyor. Annem de onlara özel bir şey yapılmadığını, benim fotoğrafımın (ya da filmimin) çekildiğinin farkında olduğumu, bilinçli olarak objektife baktığımı söylüyor. İşte size ispatı: Annemle evde yalnızız, dolayısıyla fotoğrafı çeken üçüncü bir kişi yok. Ve ben annemin kolunu uzatarak çektiği fotoğrafta objektifin tam ortasına bakıyorum. Hep söylediğim gibi; bu doğal bir yetenek... :)

PS: Tamam, tamam... Eklemem gereken bir detay daha var... Dijital fotoğraf makinesiyle fazla içli dışlı olmamdan da kaynaklanıyor. Annem ben poz verdikten sonra ekranda çıkan fotoğrafı bana göstere göstere fotoğrafın nasıl birşey olduğunu öğrendim. İtiraf ettim işte.

03 Eylül 2009

İstanbul'da yazı kapattık

Bugün halam, babaannem ve dedemle Büyükada'ya gittik. Artık hava iyice serinledi, büyük babaannemi burayı kapatıp Nişantaşı'na taşımadan önce son bir kez ada keyfi yapalım dedik. Yine deniz otobüsüne kalkmasına saniyeler kala koşarak yetişen ve son binen annemle bendik. Sanırım bu tarafım biraz İzmirli... Her yere geç kalıyorum.

Ada iyice boşalmış, hava ise ılıktı. Tam bana göre. Hiç sıkılmadım, herkes benimle ayrı ayrı ilgilendi. Yaklaşık 675.894 adet fotoğraf çekildik. O kadar çabuk büyüyorum ki, ailecek hiç birşeyi kaçırmadan, her anın tadını çıkarmaya çalışıyoruz.Gidişte ve dönüşte iskele ve ev arasındaki mesafeyi yürüdük, bol bol temiz hava aldık, güneşlendik. Zaten sürekli balkonda olduğum için tüm günü açık havada geçirmiş oldum. Çiçeklere dokundum, kedi sevdim... Doğayla içiçeydim. İstanbul'da yazın bittiği şu günlerde böyle bir kaçamak çok iyi geldi doğrusu.Dönüşte babaannem ve dedemle parka gittik. O kadar çok eğlendim ki, eve döndüğümde minik bir enerji topu gibiydim. Annem benimle ne yapacağını şaşırdı. Babaannemleri uğurlayıp Lisya'ya gittik, biraz sohbet ettik. Nerede olduğunu sormak için babamı aradığımda berberde olduğunu öğrendim. Eve dönerken babamın yanına gidip traş oluşunu seyrettim ve annemin üstüne kustum.

Eve dönüp duşumu aldım, sütümü içtim ama bir türlü uyumak istemedim. Birkaç gecedir yapıyorum bunu, bizimkiler neye uğradıklarını şaşırıyor. Normalde annem beni yatağıma koyar, kendi kendime uyurum ama bu düzeni bir şekilde bozduk. Tatilde 1 hafta yine nasıl uyuyacağım belli değil. Annem dönüşte beni hizaya sokacakmış.

02 Eylül 2009

Parkta ilk günüm

Öğleden sonra bize babaannem ve dedem uğradı. Günlük yürüyüşüme bugün onlarla çıktım. Etrafta biraz turlayıp hastanenin oradaki parka gittik. Eve girdikten sonra dedem beni yine çıkardı. Bu sefer pusetimi evde bıraktık, bizim parka gittik. Benim gibi kısa boylu, oyun oynayan ve etrafta koşturan bir sürü çocuk vardı. Ben de onlar gibi koşup oynamak istiyorum ama bırakın koşmayı, henüz oturamıyorum bile. Annem merak etmememi, 6. ayımı tamamlarken yardımsız oturabileceğimi söylüyor, biraz daha sabretmem lazım. Yürüme alıştırmalarına da devam ediyorum, amacım annem ve babamın bebekken yaptığı gibi yaşımı yürüyerek karşılamak. Azimliyim!

Parktaki çocuklara kıskanan gözlerle bakınca dedem bana yardım etti de bu sayede kaydıraktan kayabildim. Bir-iki arkadaş da edindim. Bu parktan bana güzel malzeme çıkacak gibi görünüyor. Hep aynı çocuklar geliyor zaten. Bizim apartmandan benimle yaşıt olanlarla oyun grubu kurup kışın evde toplanabiliriz diye düşünüyor annem. Bakalım yapabilecek miyiz?
İş çıkışı Öniz beni görmeye gelecekti. Öğleden sonra sadece 40 dk. uyuduğum için beklemekte zorlandım. Geldiğinde saat 8 olmuştu, benim gözlerim kapanıyordu. Biraz lafladık ama karnım o kadar açtı ki, hem uykusuzluk hem açlık beni biraz huysuz etti. Sütümü içip herkesle birlikte yemek masasına oturacaktım ama sütüm biter bitmez uyku perileri beni alıp götürdü. Öniz beni görmek için taaa Avcılar'dan 3 saat süren trafiği aşarak gelmişti. :( Bir fotoğraf bile çekemedik. Bunun üzerine gece bizimkilerin klasik cümlesi ile noktalandı: "Bunu saymıyoruz, tekrar bekliyoruz." Hakikaten sayılacak gibi değil, hem Gürhan yoktu hem de 1,5 saat oturabildi Öniz. Tatile gidip gelelim tekrar bir fırsat yaratacağız, blog'umun en sadık takipçilerinden biri olan Öniz'le en kral fotoğrafı çektirip buraya koyacağız.

01 Eylül 2009

İzmir maceram = Neye niyet, neye kısmet

Uzun zamandır heyecanla beklediğim İzmir seyahatine çıkma zamanım sonunda gelip çatmıştı. Çok heyecanlıydım. Bir taşla iki kuş vuracaktım. Hem Lisya ve Rubi'nin mutlu günlerinde yanlarında olacak, hem de aşkımdan ölen anneannem ve dedemle hasret giderecektim. Sadece 50 saatim vardı. Her bir dakikasını maksimum verimle geçirmeliydim. Planlar yapıldı, her etkinliğe uyacak farklı tarzlarda kıyafetlerle valizler hazırlandı ve uçak saati yaklaşırken havaalanına doğru yola çıkıldı.

İlk kez uçağa binecektim. Havaalanı çok büyük ve çok soğuk bir yerdi. Neyse ki eşofmanlarımı giymiştim, hiç üşümedim. Birçok kontrolden geçtik, beni kontrol eden polis ablalardan biri üzerindeki nazarlığı bana taktı. Uçak içinde bekleyip de sıkılmamak için uçağa en son biz bindik. Kaptan abi anons yaparak 15 dk. bekleyeceğimizi açıkladı. Tüh! Ben 15 dk. nasıl dururum aynı yerde? Biraz mızmızlandım ama diğer yolcuların ilgisiyle oyalandım. Kalkışa hazır olunca hemen yerime oturdum.

Küçük bebeklerle yapılan uçak yolculuklarında kalkış ve inişte emzirmenin yararlı olduğuna dair görüşler olduğu gibi bunun hiç bir işe yaramadığına dair görüşler de var. Biz de deneme yanılma yöntemiyle kendimize hangisinin uygun olacağını bulmaya karar verdik. Uçak kalkarken uyudum, inince uyandım. Yutkunmak basınç değişikliklerine uyum sağlamayı kolaylaştırdığı için emziğimi emdim. Böylece beslenmeme gerek kalmadı. Uçaktan inip valizimizi almaya giderken anneannem ve dedemin heyecanla bizi beklediklerini gördük. Biz de aynı heyecana kapıldık ve banttan aldığımız valizi orada bırakıp çıktık! :)) Arabaya geldiğimizde herkes birbirine bakıyordu ama kimsede valiz yoktu. Geri dönüp valizimizi aldık ve Çeşme'ye doğru yola çıktık. Hürriyet Cuma'nın "Yazın kahvaltının en iyi 10 adresi" olarak belirlediği listede 5.sırada yer alan Taşbahçe'ye gittik. 300 m2 alan diye bahsedilince, adında da "bahçe" geçince açık havada kahvaltı yapacağımızı düşünmüştük. http://eniyion.hurriyet.com.tr/default.aspx?mekanID=1582&siraID=3500&hID=12139340&mKat=1

Ama yanılmışız. :( Annem kapalı bir mekan olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradı. O kadar açtık ki, başka bir yere gitmek zor geldi, denemeye karar verip oturduk. Ambiyansı göz ardı edip ailecek birlikte olmanın ve lezzetli bir kahvaltının tadını çıkardık. Bahçe domatesi, bahçe peyniri, bahçe sucuğu diye diye herşeyi bir güzel mideye indirdik.Alaçatı'ya giderken babam Ilıca Plajı'ndaki denizin rengine bayıldı. Hemen durduk. Annemle sahile yürüdük ve ayaklarımı Çeşme'nin masmavi denizine sokuverdim. Fazla zamanımız olmadığından oyalanmayıp Alaçatı'ya geçtik. Yürüyüş yaptık, Orta Kahve'ye oturduk. Bizimkiler bir yandan sakızlı Türk kahvesinin ve frozen'ların tadını çıkarırken bir yandan benimle oynadılar. Annemin 17:30'da diş doktoruyla randevusu olduğu için Çeşme seyahatini burada noktaladık. İzmir yolunda ilk defa rüzgar değirmenlerini gördüm. Kocamanlardı!Ailemizin diş hekimi Gökhan Amca beni çok sevdi, hemen ayağımın kalıbını çıkardı. Bunu görmeniz lazım, bize geldiğiniz zaman hatırlatın da göstereyim. Ayağımın aynısından bir tane daha oldu! Altındaki izlere kadar aynısı hem de!Akşam yemeği için Mahir Usta'nın yerine davetliydik. Dedem öyle güzel balık pişiriyor ki, başka yere gitmek abes olur doğrusu. Yandaki restorandan gelen fasıl da balkonda balık keyfine eşlik edince bizimkiler güzel bir gece geçirdiler. Ben neredemiydim? Banyomu yapıp uyumuştum. Yemeğin sonuna doğru annem hastalanmış, sabah babam söyledi. 22'de kendini iyi hissetmediğini söyleyerek yatmış. Yatış o yatış. 50 saatin 36'sını annem yatarak geçirdi. Maalesef Lisya ve Rubi'nin ne dini törenlerine, ne kezadalarına, ne de akşamki düğün yemeklerine gidebildik. Annem çok üzüldü. Her ne sebeple olursa olsun hiçbir arkadaşının düğününe gitmemezlik yapmamış bugüne kadar. Piyangonun en yakın arkadaşlarına çıkmasına daha da çok üzüldü. :(

Yatarken çok hareket ettiğim için benim için yastıklardan oluşan bariyerler hazırlandı. Böyle bir havuzda uyudum:Annem yastıkların altında kalıp boğulurum endişesiyle doğru düzgün uyuyamadı. Bir seferinde minik bir boşluk görüp aşağı inmeye çalıştım. İndiğim yerde hiç hareket edemeyince annemi uyandırmak zorunda kaldım. Yoksa yürüyüp gidecektim salona.

Tüm pazarı evde geçirdik. Bu durum anneanneme, dedeme ve babama yaradı. Bütün gün oyunlar oynadık, yerlerde yuvarlandık. Anneannem ve dedem bana hediyeler almışlar. Dedem bana gol atmayı öğretti. Annemse hep yattı. Kısaca evdeki hesap çarşıya uymadı. Pazartesi dedemi işe uğurladık, hiç bozulmamış olan valizimizi kapattık ve öğlen annemin dayısı bizi almaya geldi. Sahilde kahve içip sohbet edecektik fakat o koku yok mu??? Çiğli'deki arıtma tesisinden geldiği söylenen o koku!!! Dışarıda durulacak gibi değildi. Biz de kapalı bir yere, Ege Park'a gittik. Starbucks'a oturduk. Ben sütümü içerken bizimkiler kahve içtiler, hasret giderdiler. Dönüş vakti yaklaştıkça ayrılık acısı kendini göstermeye başladı. Anneannem ve dedem İzmir'de yaşadığı için onlarla çok sık görüşemiyorum. Birbirimizi özleyip duruyoruz. Ben çok çabuk büyüdüğüm için birçok şeyi kaçırıyorlar. Blog'um sayesinde tüm gelişmeleri yakından takip ediyorlar.

Havaş'a binip havaalanına gittik. İzmir havaalanı İstanbul'dan da soğuktu. Donduk! Uçağımız 15 dk. rötar yaptı. Biz de beklerken camın arkasından uçağı inceledik.
Dönüş yolunda da kalkışta uyudum, inerken uyandım. Annem ve babam benimle gurur duydular. Haftaya yapacağımız Bodrum seyahatimizin de böyle sorunsuz geçmesini dilediler.
Güzel İzmir, seninle yapmayı planladıklarımızın yarısını bile gerçekleştiremedik. Bir sonraki buluşma tarihimiz olan 30 Ocak 2010'u iple çekiyorum. Bir de kış mevsiminden bir haftasonu geçirelim seninle. Yalnız lütfen şu koku olmasın... :(