30 Aralık 2010

Tehlike çanları

İç kapıları açıp kapatmayı çözdüm, kala kala bu kaldı. Sokak kapısını da yeni yılın ilk günlerinde açarım diye umuyorum...

28 Aralık 2010

Ela the bahçıvan

Annemin 29 Ekim tatilinde Amsterdam'dan aldığı laleleri hala dikememiştik. Kasım-Ocak arası dikim için en uygun zamandı ve zaman su gibi akıp gidiyordu. Aslında çoktaaan dikerdik de bir türlü Koçtaş'a gidip saksı ve toprak alamadık. Cevahir çok hoşlaştığımız bir AVM değil ve bize en yakın Koçtaş orada. Daha fazla gecikmemek için geçtiğimiz cuma dayımı kolluk kuvveti olarak yanımıza alıp Cevahir'e giderek toprak ve saksı aldık.

Dediklerine göre lale yetiştirmek çok kolaymış. Biz de bir deneyelim bakalım. Eğer ilkbaharda güzel sonuç alırsak bundan sonra her sene dikmeye karar verdik.

İşte amatör lale yetiştiriciliğinin püf noktaları:

Hangi saksı?
Koçtaş'ta çok özel bir şey bulamadık. Hatta bence bizimkisi biraz derin bile kaçtı. Derinliği en az 15 cm. olan bir saksı yeterli olurdu. Saksıyı toprakla doldurup (hatta mümkünse altına drenaj yapmak iyi oluyormuş) üstten 5 cm. aşağıda olacak şekilde çukurlar açıp soğanları yerleştirip üstünü kapatmak gerekiyordu, biz o kadar çok toprakla doldurmadığımız için aşağıda kaldı. Ama sorun olmaz herhalde.

Hangi toprak?
Normal bir torfun yeterli olacağını söylediler, biz de Anadolu marka torf aldık.

Nasıl dikilmeli?
Sivri kısımları yukarı gelecek şekilde aralarında 10'ar cm. bırakarak diktik. Üzerine hafifçe pat pat yaptık. Can suyunu ben verdim. Bakalım elim uğurlu gelecek mi?

Eğer bir renk cümbüşü oluşsun isteniyorsa soğanlar aralarında 4-5 cm. kalacak şekilde de dikilebilirmiş. Bizim soğanlar rengarenk. İçlerinde mavi bile var. Acaba nasıl bir görüntü oluşturacaklar?

Diktikten sonra ne yapmalı?
Bu aşamada saksıyı evde tutmamak gerekiyor çünkü soğanlar sıcak havada çürüyor. Biz balkona koyduk. Karanlık bir yerde 5-10 derece sıcaklıkta saklamak lazım. Havamız buna gayet uygun. Her hafta azar azar sulayıp kontrol edeceğiz. Yaklaşık 10 hafta sonra tomurcukların 5-10 cm. kadar olması gerekiyor. (Laleler soğukta kaldıkça daha canlı ve uzun ömürlü olurmuş.)

Çiçeklenme bittikten sonra ne yapmalı?
Eğer bu aşamaya başarıyla gelebilirsek çiçekler boynunu bükmeye başladığında keseceğiz. Yaprakların bol güneş altında kendi kendilerine kurumasını bekleyeceğiz. Sarardıkları zaman sulamayı keseceğiz. Sonra da soğanları topraktan çıkarıp serin ve kuru bir yerde saklayacağız. Seneye tekrar dikeceğiz.

Bizimle birlikte lale dikip, sonuçları baharda karşılaştırmaya var mısınız? ;)

PS: Büyükşehir Belediyesi lale yetiştirenlere alım garantisi veriyormuş. Bakarsınız bu işe gireriz! :))

27 Aralık 2010

Hafta sonu...

Projem üzerinde çalıştığım ilk hafta Allahtan hava çok kötüydü de benim için evde geçirmek problem olmadı. Evden uzaklaşabildiğim ve deneme süresi diye nitelendirdiğim ikinci hafta ise hava mükemmeldi. E tabii ki benim de keyfim yerindeydi.Cumartesi annemle Yelda'nın alışverişe çıkacağını öğrenince kızlara takılmaya karar verdim. Birlikte İstinye Park'a gittik. Annemin hakkımda yaptığı dedikoduları yalanlarcasına gayet uyumluydum. Yemek saati geldiğinde Kaşıkla'dan bulgur pilavı ve ayran aldık. Yemekten sonra annem baya bir tur atınca pusetimde uyudum. Uyandığımda babam ve Tibet gelmişlerdi. İstinye Park'tan çıkıp babaannemlere geçtik. Bizimkiler bir ara gözden kayboldular. Meğer karşı sıradaki White Mill'e gidip Umut ve Bengü ile buluşmuşlar. Torunları babaanne ve dedeye bırakıp rahatça sohbet etmek anne-babaların işine gelmiş tabii.

Pazar için annem ve Neslihan sözleşmişlerdi. Babam evde oturma niyetinde olunca onları bize davet ettik. Arda'yı yine çoook büyümüş bulduk.
Birbirimize aldığımız yeni yıl hediyelerini verdik. Bana Mavi'den bu güzel t-shirt geldi.
Planın devamında akşam üzeri Kanyon'daki Yeni Yıl Konseri'ne gitmek vardı ama halam arayıp yemeğe çağırınca vazgeçtik. Ardalar gittikten sonra hazırlanıp çıktık. Halam neler neler yapmış, hepsini bir güzel mideye indirdik. Merdivenleri kaç kere inip çıktığımı saymadım bile! Günün ikinci hediyesi de Caillou bebeği oldu. Çizgi filme eski düşkünlüğüm kalmasa da karakter olarak Caillou'yu seviyorum. Kitaplarını okuyorum. Şarkı söyleyen bebeğim de oldu. Yaşasın!

26 Aralık 2010

Bye bye bez!

"Üzerinde çalıştığım bir proje var." demiştim, ne olduğunu tahmin etmiş miydiniz? Tam iki haftadır bezsizim!

İki hafta önce dolaba gidip de hiç bez kalmadığını gördüğümde çok şaşırdım ama bezsiz idare edebildiğimi ve bizimkilerin benimle nasıl gurur duyduğunu görünce durum hoşuma gitmeye başladı. Kendime güvenim geldi. Resmen büyüdüğümü hissettim. Annemin dediğine göre "Terrible Two" krizlerim bile hafiflemiş. Ne güzel! :)

İki hafadır blog'umu güncellemesem de bu süreçte neler yaşadığımı her gün kaydettim ve biraz önce hepsini yayınladım. Neler yaptığımızı ve hangi sonuçları aldığımızı "Tuvalet alışkanlığı" etiketi altında topladım. Merak edip göz atmak isteyenler olursa diye... :)

Uzun lafın kısası 20. ayımı henüz doldurmamışken bezi bıraktım diyebilirim. Benzer süreçlerden geçmek üzere olanlar için faydalı olacağını düşündüğüm detaylar şöyle:

- Günümüz trend'i bebeklere tuvalet alışkanlığı kazandırmayıp hazır olmalarını beklemek olsa da annem bu konuda kendi bildiğini okudu. İlk kez 11 aylıkken tuvalete oturdum ve hemen kakamı yaptım. Annemin korkusu herhangi bir koşullandırma olmadığı sürece hazır bezin verdiği rahatlıkla 3 yaşıma kadar bezle takılmamdı. Bu nedenle tuvaleti kullanmayı öğrenmeme yardımcı oldu.

- Kaka neyse de bana kalsa çişimi hiç tuvalete yapmazdım. Evde bez kalmayışı benim için iyi bir tetikleyici oldu. O andan itibaren hiç bez görmedim. Bez tak diye hayatımdan çıkıverdi.

- Bez kullanırken çişimi tutma ihtiyacını hiç hissetmemiştim. Geldiği an az az yapmıştım. Bez olmayınca tutabildiğimi gördüm ve tuttum.

- "Gündüz bez bağlamayıp gece bağlamak" hatasına düşmedik. İlk birkaç gece ben uyuduktan sonra annem önlem olarak bağlamış ama bakmış ki iyi gidiyorum beni uyandırmadan bez bağlama stresine de son vermiş. Anlayacağınız bez bir gitti, pir gitti. Bir daha da gören olmadı.

- Külot ve alıştırma külotları da bez hissiyatı verdiğinden ilk hafta bunları kullanmamak en iyisi. Ben dizime kadar elbise ya da bol pijama altı giydim.

- İlk 4 gün evden çıkmadık. 5. gün yarım saat, 6. gün 4 saat dışarıdaydık. Başarılı olduğumu görünce her gün çıkmaya devam ettik. Ve tabii artık normal külot giymeye başladım.

- Hem lazımlık temizlemek hem de lazımlığa alıştıktan sonra bir de tuvalete alışma süreci yaşamak istemediğinden annemin tercihi tuvalet adaptöründen yana oldu. Bu bana da uygun geldi. Tuvalet adaptörüyle çok rahat ettim.

- Dışarıda ya da misafirlikte kullanmak için Potette Plus aldık. Annem de ben de çok rahat ettik. Şiddetle tavsiye ederiz.

- "Kızımın tuvalet kitabı"nı defalarca okuduk. Büyüdükçe bez kullanılmadığını bu kitaptan öğrendim. Tesadüfen benim tuvalet adaptörüm ve seyahat oturağım kitaptakilerin birebir aynısı çıkınca kendimi kitapta gördüklerimle eşleştirmem daha kolay oldu.

- Bu süreçte motivasyon çok önemli olduğundan yere kaçırdığımda annem beni hiç azarlamadı. "Sorun değil, bir dahaki sefere tuvalete yetişirsin." dedi. Tuvalete yetişmeyi başardığımda da neşeyle kutladı. Hevesimi kırmadığı gibi bolca destekledi.

- Daha fazla ayrıntı isteyenler, buraya bir tık!

Şimdi söyleyin bakalım, kocaman bir "Aferin"i hak etmiyor muyum? :))

20 Aralık 2010

Alors on danse!* :)


* Öyleyse dans ediyoruz!

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-19

Bir haftadır bezsizim. Başarımı ilan etmeden önce bir hafta daha beklemeye karar verdim. Ne olur ne olmaz... Sonra mahçup olmayalım...

19 Aralık 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-18

İki gecedir bezsiz uyuyorum, çişim geldiğinde annemi uyandırıp tuvalete gidiyorum. Gündüz de hiç kaza olmuyor. Bugün 4 saatliğine dışarıdaydık. Külot giydim. Potette Plus portatif oturağım yanımızdaydı. Gittiğimiz yerde tuvalete yerleştirdik. Sorunsuzca çişimi yapabildim. Oldu bu iş!

18 Aralık 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-17

Bugün projemin 6. günü ve ilk kez ne çiş kazası var, ne kaka. Hepsi bilinçli bir şekilde tuvalete yapıldı. Sanırım oldu bu iş!

Bugünkü puanım 10 üzerinden 10! :)

17 Aralık 2010

Adım adım büyüyorum

Haklısınız, bir süredir yazmadığım için sizi merakta bıraktım. Önemli bir proje üzerinde çalışıyorum. Projem tamamlandığında tüm detayları sizlerle paylaşıyor olacağım. Biraz daha süreye ihtiyacım var. Tünelin sonunda ışığın göründüğünü söyleyebilirim. :)

Suskunluğuma sizlere başka bir projeyi duyurmak amacıyla ara vermek istedim. HIPP öncülüğünde gerçekleştirilen Adım Adım Büyüyorum projesini...

E-Bebek ve Jovi Boya'nın da katkıda bulunduğu projede biz miniklerin sanatçı ruhumuzu göstererek ortaya çıkaracağı eserlerin satışa çıkarılması sonucu elde edilen gelir ERAM - Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardım Derneği'ne aktarılacak.

Proje hakkında kısa bir bilgi vermeden geçmeyeyim. Buradaki formu doldurarak projeye katılıyorsunuz. Adresinize 6 adet resim kağıdı ve parmak boyaları geliyor. 6 ay süresince her ay bir kez ayak izimizi alıp kalan boş yeri boyamamızı sağlıyorsunuz. 6. ayın sonunda kağıtları geri gönderiyorsunuz. Çalışmalarımız özel bir sergide yer alarak satışa sunuluyor ve elde edilen gelir ile ERAM bünyesindeki çocuklar için rehabilitasyon merkezi ve eğitim binası yapımında kullanılıyor.

Ben hemen kayıt oldum. Heyecanla kağıt ve boyaların gelmesini bekliyorum. Bu arada arkadaşlarımı projeden haberdar ediyorum ve beni haberdar eden Öykü'ye teşekkür ediyorum. :)

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-16

Projemin 5. gününde de sabaha karşı 3'te annemi çağırarak "Hemmen çişş!" dedim. Bu sefer uçarak geldi. Tuvalete koşup çişimi yaptım ve yatağıma dönüp uyudum.

Sabah 7:30'da uyandım. Sesimi duyan annem yine uçarak geldi. (Eskiden gelmezdi, yatakta biraz daha oyalanmam için beni kendi halime bırakırdı.) Tuvalete oturtmayı önerdi. "Hayıır!" diye itiraz ettim. "O zaman ben yüzümü yıkarken oturup bekle?" Yine aynı numaraya kandım ve su sesiyle havaya girip çişimi yaptım. Annem alkışlarken sticker'ımı istedim. Son zamanlarda unutmaya başlamıştı çünkü.

Daha sonra alıştırma külodu yerine bol pijama altı giydim.

11 civarı kar başladı. Aşağı inmeye karar verdik. Annem "Hemen çişini yap da giyinip inelim, bu kar uzun sürmez." dedi. "Tay duuma Ela'nı bedle!"* diye bağırarak tuvalete koştum. Kahvaltıda içtiğim 2 bardak sütü tuvalete bırakıp giyinmeye gittim.

Kar sözümü dinlemiş ve beni beklemişti. Sıkı sıkı giyindiğim için hiç üşümedim. Babam bugün işe taksiyle gitmiş. Otoparkta arabamızı görünce "Ela'nın! Ela'nın!" diyerek açmaya çalıştım ama anahtarı yanımızda yokmuş. Biz de 20 dk. kadar aşağıda yürüyüş yapıp eve çıktık. Maksat bezsiz ilk sokak deneyimini yaşamak...
Günün geri kalanında da hiç çiş kazam olmadı. Yatmadan önce tuvalete gitmek istedim. Çişimi yapıp öyle yattım. Yalnız bir kaka vukuatım var. Umarım yarın o da olmayacak. Çünkü annem öğlene doğru çıkıp akşam gelecek. Yani yarın baba-kız günü! Olley!

*Kar durma, Ela'yı bekle!

16 Aralık 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-15

Tuvalet alışkanlığı edinme projemin 4. gününde sabaha karşı 3'te uyandım. Çişim gelmişti, "Hemmen çişş!" diye annemi çağırdım. O gelene kadar tutamadım ve yaptım. :( Annem "Benim hatam, bir dahaki seslenişinde daha çabuk geleceğim!" dedi ve tekrar uyuduk. -Meğer yine ben uyurken bez bağlamış. Yatak kurtuldu.

7:15'te uyanıp anneme seslendim. Annem beni tuvalete oturtmak istedi ama "Hayır! İsstemiomm!" dedim. "O zaman elimi yüzümü yıkarken beni burada oturup bekler misin?" diyerek beni tuvalete oturttu. Tataam! Suyun sesini duyunca 4 saatin mahsulünü bırakıverdim. Alkış ve tezahürat eşliğinde alıştırma külodu giydim. Çişim gelince tuvalete koşuyorum ama ilk damlalar yere gidiyor. "Bu külot sayesinde bari onları yakalayalım." dedi annem, "Yalnız bu bez değil, unutma. Yine tuvalete koşman gerekecek." diye de ekledi.

Gün içinde bütün alıştırma külotlarını bitirip akşam normal küloda geçtim. Bazen hiç ıslatmadan tuvalete yetişsem de çoğunlukla ilk damlalar küloda düştü. Külotların en kötü yanı kakamı iki kez küloda yapmam oldu. Annem acaba külodu bez mi zannediyorum diye merak etti. Yarın yine külotsuz olmayı deneyeceğim.

15 Aralık 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-14

Bezsiz geçirdiğim ilk günün gecesinde de bezsiz uyudum. Annem hem üzerimi örtmediğimden üşürüm diye endişelendiği hem de henüz gece mesane kontrolü sağlayamadığım için ben uyurken gelip bezimi bağlayıp pijamamın altını giydirmiş. Hissetmedim bile...

Sabah her zamanki gibi uyandım ve yatağımda biraz kendi kendime oyalandım. Çişimin geldiğini hissettiğim anda anneme seslendim ama o gelene kadar tutamayıp yaptım. "Problem değil!" dedi annem, "Yarın sabah daha erken gelir alırım seni. Böylece tuvalete yetişebilirsin."

İkinci günün devamı da ilk gün gibiydi. Zamanında yetişemeyip azıcık yere yapmaca, annemin beni kapıp tuvalete oturtması üzerine kalanını tuvalete yapmaca. Ek olarak koşarken "Hemmen!" demeye başladım. Ve hiç kaka yapmadım. İki çiş arası 4 saate çıktı. Demek ki bez olduğunda gelir gelmez yapıp tutma ihtiyacı hissetmiyormuşum. Bez olmayınca gördüm ki tutabiliyormuşum. Vay be!

İkinci gece yine banyo sonrası bezsiz uyudum. Annem yine gelip bezimi bağlayıp pijamamı giydirmiş. Ve sıkı durun: Uyandığımda saat 8:15 olmasına rağmen bezim kupkuruydu! Yaklaşık 12 saat çişimi tutabilmişim! Annem ve babam inanamadılar. Benimle acayip gururlandıklarını hissettim. "Demek ki..." dedi annem, "Ela için böyle bir tetikleyici gerekiyormuş. Bez bağlama şansına sahipken bezine yapıyordu. Bu şans ortadan kalkınca tutabildiğini gördük. Aferin benim kızıma!!"

Günün geri kalanında da iki kazam var. İçten içe "Bundan iyi oyun çıkar." diye düşünmüyor değilim. Annem sükunetini ve sabrını ilginç bir şekilde koruyor. Dün biraz umutsuzluğa kapılmıştı ama sabah kuru kalkışım annemi tekrar ümitlendirmiş.

İlk üç gün böyle geçti... Annem yarın şu yere giden ilk damlalar için alıştırma külodu mu yoksa normal külot mu giydirsem diye düşünüyor. Nasılsa artık beze ihtiyaç duymuyorum, sormuyorum bile. Külot giymenin zamandır bence...

13 Aralık 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-13

Bu sabah çok ilginç bir şey oldu. Annem altımı değiştirmek üzere benden yeni bez istedi. Odama gidip dolaba baktım, bez paketi vardı ama içi boştu. Anneme gidip "Hiç bez yoiy." dedim. Annem de "Aaa nasıl atlamışız anneciğim? Şimdi markete gidip bez alamayız. Babana söyleyelim akşam gelirken getirsin. Sen de bugün bezsiz idare ediver." dedi .

"Bezsiz idare etmek" mi?? O nasıl olacak diye düşünürken elbisemi giydirdi ama altımı çıplak bıraktı. "Sık sık sana altında bez olmadığını hatırlatacağım ki kaza olmadan tuvalete gidelim." dedi. Dışarıdan bakıldığında bezli ya da bezsiz olduğum anlaşılmıyordu ama ben hafif bir serinlik hissediyordum. Ardından günümüz şöyle devam etti:

10:00 - Alt temizliğinden sonra güne bezsiz devam ettim.

12:00 - Annemin çamaşır asmasına yardım ederken çişim geldi. Ne yapacağımı bilemediğimden oracığa yapıverdim. Tataam! Kaza #1. Bizimkilerin odası! Annem hiç sorun etmeden beni tuvalete oturttu, ben kalanını tuvalete yaparken o da yeri sildi. Ellerimizi yıkayıp oyuna geçtik.

13:10 - Yemekten sonra salonda annemi beklerken çişim geldi. Tam söyleyecektim ki azıcık yere kaçtı. Kaza #2. Salon! Annem beni yine kaptığı gibi tuvalete oturttu, ben kalanını tuvalete yaparken o da yeri sildi. Ellerimizi yıkayıp uyuduk.

15:25 - Uyandım. Hem de kupkuru. Annem beni hemen tuvalete oturtmak istedi, itiraz ettim. Beni heveslendirmek için "O zaman ben gireyim." dedi. Kızdım ve oturma odasına geçtim. O anda "Dadda!" dedim ama çok geçti, azıcık yere kaçtı. Kaza #3. Oturma odası! Tuttum ve hemen banyoya gittim. Anneme "Sen kalk, ben oturacağım!" diyecektim. Daha fazla tutamadım. Azıcık da oraya yaptım. Kaza #4. Banyo! Annem beni yine kaptığı gibi tuvalete oturttu, ben kalanını tuvalete yaparken o da yeri sildi. Ellerimizi yıkayıp yoğurt yedik.

17:50 - Annem mutfakta yemek hazırlarken çişimin geldiğini söyledim. Koşarak tuvalete gittik. Bu sefer yetiştim ve kaza olmadan hepsini tuvalete yaptım! Alkışlar, danslar ve tezahüratlar eşliğinde sticker'ımı aldım.

20:00 - Yemekten sonra annemle hamur oynuyorduk. Yine tuvalete yetişemedim. Azıcık kaçtı. Kaza #5. Odam! Kalanını tuvalete yaptım. Ardından da kakamı yaptım. Alkışlar, danslar ve tezahüratlar eşliğinde sticker'ımı aldım.

21:00 - Banyo yaparken akan suyun sesi çişimi getirdi. Bu sefer tutmaya bile çalışmadım, küvete yaptım. Giyindikten sonra sütümü içip dişimi fırçaladım. Ve yatağıma yattım.

Çok ilginç bir gün oldu. Nasıl olsa altımda bez var diye bugüne kadar hiç çişimi/kakamı tutmaya çalışmamıştım. Bezsiz kalınca kafamda bazı şeyler oluşmaya başladı. Demek ki tutmalıymışım ve tutabiliyormuşum. Saatleri annem not aldı ki, kaç saat kuru kalabildiğimi görelim. Kazaların hepsi ufacıktı. Zaten parkeye ya da taşa kaçtığı için temizliği kolay oldu, eve zarar vermedim. Mutfak ve misafir odası hariç her yere yaptım hehehee. :)

Babam iş dönüşü markete uğrayıp bez alacaktı ama unutmuş. Anlaşılan yarın da bezsizim....

11 Aralık 2010

Hafta sonu...

Cumartesi yine çok soğuk bir güne uyandık. Öğlene kadar evde kudurdum, yemekten sonra uyku bastırınca uyudum. 3 saat süren yokluğum süresinde bizimkiler DVD seyretmişler. Uyandığımda babam beni alıp salona getirdi. Annemin masada biriyle sohbet ettiğini gördüm. Yelda zannettim, Arzu çıktı! 2 günlüğüne İstanbul'a gelmiş, tabii ki bize uğramadan geçmemiş. Baktım evde taze bir kan var, hemen onu odama "havu" oynamaya götürdüm.
Arzu bana çam balı getirmiş. Namnamnam, en sevdiğim şey! Annemle teşekkür ettik ve bir dahaki gelişi için zeytin siparişi verdik. Mesude Teyze yazsın bizi de sipariş listesine... :)

Babamı maça, Arzu'yu eve uğurladıktan sonra annemle yemek yedik. Ardından Lisya ve Rubi geldiler. Biraz da onlara şımardım. Babam Sami Yen'deki son maçtan moralsiz döndü. Hemen tepesine çıkarak onu içinde bulunduğu negatif durumdan çıkardım. Hatta beni babamın uyutmasını istedim ve uyudum da...

Pazar da babama kalsa evde geçerdi ama annem birkaç eksik olduğunu söyleyip bizi İstinye Park'a götürdü. Öğlene doğru gittik, gittiğimizde iyiydi de sonra çok kalabalık oldu. Eldiven ve kahverengi babet istiyordum. Birini Adidas'ta, diğerini Zara'da bulduk. Ve hemen bu kargaşadan kaçıp huzurlu evimize geri döndük.

Yemekten sonra Gülten uğradı. Yakında bir arkadaşına gelmiş, beni görmeden geçmek istememiş. Bana bebek yogası gösterdi, chakra mıydı neydi onu açtı. Bunları yaparken çok huzur verici bir ses tonuyla konuştu. Rahatladığımı hissettim. Yogaya mı başlasam?

Bizimkiler sohbet ederken Gülten'in koltukta duran kürk yeleği gözüme çarptı. Peluş sevgim malum. Hemen gidip içine kıvrılıverdim. Neredeyse uyuyacaktım...

10 Aralık 2010

Bırrr çok soğukkk!

Gelmedi, gelemedi derken kış öyle bir geldi ki... Bugün hava sıcaklığı 15 derece birden düşmüş!

Öğle uykusundan uyandıktan sonra marketi bahane edip çıktık annemle. Önce pencereden havayı kontrol ettik. Evet soğuktu ama yağmur yağmıyordu. (Hava soğudu diye evde oturacak değiliz herhalde.) Şansa bakın ki biz çıkınca yağmur başladı. Pusetimin yağmurluğu ve annemin şemsiyesi hazırdı. Sıkı giyindiğimiz için hiç üşümedik. Temiz hava alıp geldik.

Kış bastırdı. Bir-iki eksiğim kalmış almam gereken. En iyisi liste yapmak, yoksa aklımdan uçup gidiveriyor...

08 Aralık 2010

Pediped indirimde!

"Elacığım nereden buluyorsun bu güzel ayakkabıları?" diye bana hep soruyorsunuz ya sevgili ayakkabı markam PEDIPED, bebek ve çocuk alışveriş kulübü olan UNNADO'da inanılmaz indirimlerle satılmaya başladı!

89,90 ve 139,90 TL olan modeller 49,90 TL'ye inmiş dersem herhalde inanmazsınız çünkü Pediped mağazalarda indirime girmiyor.

www.unnado.com'a üye değilseniz, bu post'a yorum bırakıp mail adresinizi yazdığınız takdirde size hemen davetiye gönderirim.

Bence acele edin! :)

06 Aralık 2010

Dilli düdük

Artık birçok şeyi anlatıp soru sorabiliyorum. 18. ayımı doldurduğum gün sanki bana sihirli bir değnek değdi. Son 2 ayda konuşma kabiliyetim çok ama çok gelişti. Sol beynim kelimeleri bir düzen içerisinde kullanabilmeye başladı. Sevgili ailem, bebekliğimden beri benimle konuşuyordunuz ya... İşte meyvelerini toplama zamanı geldi!

Bazı cümleleri o kadar net söylüyorum ki, bizimkiler ilk duydukları anda şaşırıyor.
Örnek: Maç bitti.

Bazen de nereden öğrendiğimi çözemiyor ama bu tür cümleleri kurabildiğime seviniyorlar.
Örnek: Havur saati. (Hamur saati)

Duydukça ezberlediğim ifadeler de var.
Örnek: Alo? Kim o?

Aradığım bir şeyin nerede olduğunu sorabiliyorum.
Örnek: Baba nenne? (Baba nerde?)

Bulduğum zaman haykırıyorum: İşte buudaymış!

Bugün ilk kez yerde gördüğüm bir şeyin ne olduğunu sordum: Bu ne?

Karşımdakiyle iletişime geçiyorum: Meynamma, ben Eya. (Merhaba, ben Ela.)

Ayrılırken mutlaka vedalaşıyorum: Hottatann. (Hoşçakal.)

Kelime dağarcığım her geçen gün artıyor. Bana söylediğiniz birçok şeyi anlayabiliyorum. Birçoğunu kendim de anlatabiliyorum. Daha küçük ve dilim dönmüyorken kullandığım yarım yamalak ifadelere halen devam etsem de (kelebek yerine debidde, balık yerine beydebe vb.) yeni öğrendiğim kelimeleri olduğu gibi telaffuz edebiliyorum.
Örnek: Havuç.

"K" harfinde hala sorun var, hala "K" yerine "D" çıkıyor ağzımdan.
Örnek: Ded (Kek)

Günün sonunda en çok kullandığım kelimenin ne olduğunu sorarsanız... Tabii ki: HAYIR! :)

05 Aralık 2010

Patron kim?

Tabii ki benim!

Evde her türlü dekorasyon değişikliği yapma hakkına sahibim. Annem evi düzenlerken peşinde dolaşıp kendime göre revizyon yapıyorum. I-ıh o minderler öyle hoş olmadı, şuraya koysak daha iyi. Hmm dijital çerçeve dikkat dağıtıyor, bir süreliğine kapatalım. Hayır anne perdeyi çekme lütfen. Aç, içeriye ışık girsin... vb.

Orta sehpanın runner'ı, üzerindeki tabak ve dekorasyon dergilerinin duruşu da hoşuma gitmiyordu. Resimdeki gibi düzenlemeye karar verdim.
Tabağın altında serbest biçimde duran örtü salona bambaşka bir hava kattı. Dergilerin de yere dağınıkmışçasına serpiştirilmesi bence daha hoş oldu. Budur!

04 Aralık 2010

Ela Süper Boğaziçi Üniversitesi'nden bildiriyor

Ne zamandır Teoman ve Evrim ile birlikte bir şeyler yapalım istiyorduk da bir türlü denk getiremiyorduk. Ta ki bugüne kadar! Aslında istikameti Belgrad Ormanı diye belirlemiştik ama sabah uyandığımızda hava kapalıydı. Birkaç WhatsApp mesajından sonra Evrim'in okuluna yani Boğaziçi Üniversitesi'ne gitmeye karar verdik. Çimlerde kedilerin peşinde koşturup temiz hava alacaktık. Gittiğimizde bir gece önce çılgın üniversite gençliğinin kafaları çektiğini ve bütün pislikleri ortada bırakıp gittiğini gördük. Her yerde çöpler ve kırık cam şişeleri vardı. Tehlikeli olabilir diye çimleri pas geçip basketbol sahasına girdik. Top oynayıp sahanın bir ucundan diğer ucuna koşturup yorulduktan sonra kendimize yeni bir yer belirleyip dönüş yolculuğumuzu başlattık.

Dönüş yolculuğu diyorum çünkü pusetle yokuş aşağı inmek ne kadar kolaysa yokuş yukarı çıkmak da bir o kadar zor. Teoman'da gündelik kullanıma uygun hafif Mac Laren, ben de ise 4x4 Mac Laren olduğu için onların yolculuğu bizimki kadar zorlu geçmedi. Hafif pusetler geriye doğru yatmadığından, benim de her outdoor programım mutlaka öğle uykusunu içinde barındırdığından her yere bu 4x4 cipimle gidiyorum. Hafiflerinden kullanamıyorum. Ben hayatımdan memnunum, cipimi kullanan düşünsün! :)

Meydana vardığımızda küçük bir mola verdik.
Boğaziçi Üniversitesi'ni çok beğendim. Yeri mükemmel, binalar çok şık. Annem Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden biri olduğunu söyledi. Çok çalışırsam ben de bir gün burada okuyabilirmişim. Baksanıza ama daha çok yolum var değil mi?
Bana hiç top vermemesini, benim topuma da el koymasını saymazsak Teo günün meleğiydi. Çok uyumluydu. Arıza olan bendim. Belki de bana bakıp şaşırmaktan aklına yaramazlık yapmak gelmemiştir.
Molayı otoparka doğru tırmanmak üzere sonlandırdık. Off bu yokuş gerçekten çok dikti. Allahtan centilmen bir amca bulduk da hepimize yardım etti. Kendimizi arabaya attığımız gibi gaza basıp Forum Bayrampaşa'ya gittik. Ne için? Tabii ki H&M için! Bugün İstinye Park'ta da bir H&M açılışı vardı ama ilk gün gidecek kadar kafayı yememiştik.

Özsüt'te anneler kahve içerken biz minikler tatlı yedik.
Annemi zor durumda bıraktığım tek isteğim Caillou olduğu için yine Caillou diye tutturdum. Evrim'in iPhone'undan bir-iki bölüm seyrettim de kendime geldim. Çok zor bir dönemden geçiyorum. İçimde ne fırtınalar kopuyor, bazı hallerimi hoş göreceksiniz artık...

İkimizin de uykusu gelmişti, gözler hemen kapandı. Anneler bu süreyi alışveriş yaparak değerlendirmişler. Uyanınca Cook Shop'a gittik. Tamamen çocuk dostu olduğu için burayı çok sevdik. Köfte-patates-pilav-ayrandan oluşan menüyü sipariş ettik. Teoman da ben de pilavı görünce başka bir şey yemediğimiz için anneler önce köftenin gelmesini istemişler. Çok da iyi etmişler çünkü köfteler harikaydı!
Yemekten sonra son olarak bir-iki yere uğradık. Biz Joker'e bana alışveriş arabası almaya gittik. Evrim de Decathlon'a gitti. Çıkışta buluşup arabaya bindik. Eve döndüğümüzde saat 5 olmuştu. Çok iyi vakit geçirdik, hepimiz için güzel bir gün oldu.

03 Aralık 2010

Ela Süper Dolmabahçe Sarayı'ndan bildiriyor

Aralık gelmesine rağmen hava hala yaz gibi. Pazar günü kışın geleceğinin haberini aldığımız için bugünü de dışarıda değerlendirelim dedik. Dünkü Topkapı Sarayı ve müze gezisinden çok memnun kalmıştım. Dedem bizi bugün de Dolmabahçe Sarayı'na götürdü.

Girişte hiç kıpırdamadan nöbet tutan asker abi beni çok şaşırttı. "Nasıl oluyor da hareketsizliğe dayanabiliyor?" diye düşünmeden edemedim.
Has Bahçe'deki renk cümbüşü büyüleyiciydi. Ağaçlara ve çiçeklere çok güzel bakıldığı belliydi.
Sarayın mimarisinde Avrupa'daki birçok tarzdan esinlenilmiş. Fotoğrafta görünen dış süslemeler Barok, Rokoko ve Ampir motiflerinden meydana gelmiş. İçini gezemedim ama annemin dediğine göre oldukça etkileyiciymiş.
Sarayda küçük çaplı bir hayvanat bahçesi vardı. Orada çok güzel zaman geçirdim. Önce tavuskuşlarının peşinden koştum.
Sonra tavuk ve horozlara yem verdim.
Etrafta onlarca kedi vardı. Tabii ki onları sevmeyi de ihmal etmedim.
Sıra halinde yürüyen askerleri seyrettim.
Gözüme ilişen çakıl taşı yığınına daldım. Dakikalarca taş taşıdım, kuyu kazdım. En sonunda göldeki ördeklere ekmek atarken uykum geldi. Biraz kestirip enerji toplamak istedim. Annem o sırada sarayı gezmiş. Dolmabahçe Sarayı'nda rehberli turlar mevcut. Bireysel gezi olmadığı için belirli saatlerde toplu halde Türkçe ya da İngilizce turlara katılabiliyorsunuz. Fakat saray bebek ve küçük çocuklarla gezmek için pek uygun değil. Ufaklıkla gezmek istiyorsanız yanınızda refakatçi ile gelmenizde ve onları dışarıda bırakmanızda fayda var. Ya da benim gibi sadece bahçede hayvanlarla oynamak ve açık havada vakit geçirmek için gelebilirsiniz.

Bir sonraki istikameti Pera Müzesi olarak belirledik. Önümüzdeki hafta havanın güzel olduğu bir gün Taksim'den başlayıp Beyoğlu'na, oradan Cihangir'e uzanan bir tur düşünüyorum. Beni izlemeye devam edin! :)

02 Aralık 2010

Ela Süper Topkapı Sarayı'ndan bildiriyor

Sabah dedem mesaj attı. "Bugün müze gezmek ister misin Ela?" diye sordu. İstikameti Topkapı Sarayı olarak belirleyip çıktık. Direkt taksiyle gitmektense metroyla Taksim'e, fünikülerle Kabataş'a, tramvayla Sultanahmet'e gittik. Sultanahmet Meydanı'ndan Hipodrom boyunca Ayasofya'ya doğru yürüdük. Yol üzerinde Dikilitaş'ı, Mısır'dan gelen Obelisk'i ve Delfi'den gelen Yılanlı Sütun'u gördük. Ayasofya'nın önünde fotoğraf çekildikten sonra Topkapı Sarayı'na doğru ilerledik.Topkapı Sarayı'nın dış avlusunda karşımıza çıkan Aya İrini Kilisesi önünde de bir kare aldıktan sonra saraya doğru yürümeye devam ettik.Aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz üzere ziyaretçilerin yaş grubu ve sayısı karşısında şoke olup günün anlam ve önemini merak ettik. Hiçbir özelliği olmadığını öğrendiğimiz bugün bütün okulların Topkapı Sarayı'na gezi düzenlemiş olmasına şaşırdık.Tabii ki bu kalabalıkla içeriye girmeyip bahçede oyalandık. Kendime iki Amerikalı arkadaş buldum.Aynı dili konuşmuyormuşuz ama gerek de yoktu zaten. Gayet güzel anlaştık.Annem, dedem ve ben üçlüsü olarak kimseyi Türk olduğumuza inandıramadık. Dedem çocuklarla İngilizce konuştu, onlar da "Turistle konuştuk ööretmenim!" diye havaya girdiler. Annem kimse bulaşmasın diye turistmiş gibi takılmaya devam etti. Satıcılar ısrarcı olursa "Türküm ben Türk!" dedi ama inandıramadı. Bir tanesi "Allah Allah abla Türk olduğuna emin misin yaw?" diye sordu. Benim için söylenenlere ise hiç girmeyeyim. Annem "Türküz biz." diyince "Babası mı yabancı?" diye sordular. Yaklaşık 1.957 adet fotoğraf çektirmek zorunda kaldım. Resmen kapanın elinde gidecektim valla. Hayran kitlem bu sefer iyice abarttı!

Öğle yemeğini muz ve simitle geçiştirdikten sonra biraz kestireyim dedim. Ben dedemle bahçede uyurken annem müzeyi gezdi.
Sarayın manzarası baya güzelmiş!
Ben uyurken Arkeoloji Müzesi'ne geçmişiz. Yine kalabalık ve müze gezme adabından bihaber bir öğrenci grubu sayesinde uyandım. Bu müzedeki her şey çok ilgimi çekti. Gördüğüm her şey karşısında şaşırdım ve "A-ao!" dedim. Örneğin M.S 3.yy'dan kalma şu Sidamara Lahti'nde olduğu gibi...
Camekan içerisinde korunan bu kocamaaan İskender Lahti'ni gördüğümde şaşkınlığım daha da arttı.
Bukaleon Sarayı'nın girişinden getirilen bu aslan heykelleri de çok ihtişamlıydı.
Müzenin girişi de çok gösterişliydi. Bahçesinde daha birçok tarihi eser vardı.
Buradaki eserlerin hepsi birbirinden değerli, inanılmaz güzel parçalar. Eserler hakkında önceden bilgilenip gitmekte fayda var.

Müze'den çıkıp Gülhane'ye doğru yürüdük. Gülhane Parkı'na şöyle bir kafamızı uzatıp çıktık. Dökülen yapraklar çok hoş bir görüntü oluşturmuştu ama kalabalığa kalmamak için bir an önce eve dönmeye karar verdik.
Bugün çok uyumlu olduğum için dedem beni sık sık müzelere götürmeye söz verdi. "Müzzee"lere :)

01 Aralık 2010

İki geliyor iki

"İki" olup kaydırağın ikinci katına çıkmaya hak kazanmama 4 ay kaldı. Şu an "Kaç yaşındasın?" sorusuna "Bir." diye cevap veriyorum. 4 ay sonra pastamdaki iki mumu üflediğimde aynı soruya "İki." cevabını vereceğim. Çok heyecanlıyım! :)

Önceleri benim için "iki" olmak sadece kaydırağın ikinci katına çıkma iznini koparmayı ifade ederken son günlerde farklı şeyler hissetmeye ve bu "iki" olmanın özel bir şey olduğunu düşünmeye başladım. Her şeyi kendim yapmak ve yapabildiğimi aileme kanıtlamak istiyorum. İnisiyatifin benim elimde olduğunu hissetmek istiyorum. Davranışlarımın ailem tarafından onaylanmasını istiyorum. Hep benim istediklerim yapılsın istiyorum. (Bazen ne istediğimi bilmesem de...) Annem hiçbir şey yapmasın, benimle oynasın istiyorum. İstiyorum da istiyorum. İsyankarım.

Neden böyleyim bilmiyorum. Ama içimden böyle olmak geliyor. Yürüyebiliyorum. Konuşabiliyorum. İsteklerimi ifade edebiliyorum. Kısacası artık bağımsız bir insan olduğumun farkındayım. Galiba bu yüzden... Evet bağımsızım. Peki bu bağımsızlığımın sınırları nedir? Sanırım bunu da keşfetmeye çalışıyorum.

Bana sorulan her soruya "Hayır!" desem de bana "Hayır!" denmesine tahammülüm yok. İstediğim o an olacak. Yoksa bağırıyorum. "Dikkat dağıtma" yöntemi eskisi gibi her seferinde işlemiyor. Çünkü hafızam da kuvvetlendi. Ama beni havaya sokacak, gaza getirecek şekilde önerilen alternatiflere her zaman açığım.

Çok şükür annem uyumlu, yumuşak başlı bir insan. -Bu noktada babamın fikrini de almakta fayda var :) Ne dersem yapıyor. Benimle güç savaşına girmiyor. Bu sayede gül gibi geçinip gidiyoruz. İstediğimi yapmadığı nadir zamanlarda bağırıyorum. O anda benimle aynı seviyeye inip bana bakarak o da garip garip bağırmaya başlıyor. O zaman bana bir gülme geliyor. Güle oynaya orta yolu buluyoruz işte... :)

Hoş geldin "Terrible Two"! Seninle nasıl başedeceğimizi biliyoruz, senden korkmuyoruz!

30 Kasım 2010

Bizim düzenli mutfağımız

Soru: Ela bu ne hal?!?
Cevap: Bubbu hazıı! Pidapida hazıı!*
*Bulgur hazır! Pilav hazır!

29 Kasım 2010

Yelda uf oldu

Sabah Yelda'nın hasta olduğu haberini aldık. Kahvaltımı bitirip koşa koşa yanına gittim çünkü ona en güzel ilaç benim. Sonra Tibet gelip Yelda'yı hastaneye götürdü. Beni hastane ortamına sokmak istemedikleri için biz annemle evde bekledik. O sırada ben mumluklarla oynadım.
Doktoru bir hafta istirahat vermiş. Yelda'yı alıp bize geçtik. Annemle birlikte Yelda'ya çok iyi baktık. İlaçlar uyku yapıyormuş, bol bol uyuttuk. Öğleden sonra ben de onunla uyudum. O kadar uyumuşuz ki annem 6'da ikimizi de uyandırdı. İş çıkışı babam ve Tibet geldiler. Birlikte yemek yedik. Çabucak iyileş Yeldacığım, bu arada ihtiyacın olursa yine bakarım sana...

Meraklısına not: Bana bulaşabilecek bir hastalığı yoktu.

28 Kasım 2010

Bebek Muğrabi yolda

Hafta içi mutlu bir haber daha aldık. Evet, bildiniz! Bana bir arkadaş daha geliyor. :) Edna&Mete de bebek bekliyorlar. Umarım sağlıkla bebeklerini kucaklarına alırlar!

Bu bebek haberlerini okuyanlarınız bana diyorsunuz ki: "Ela sizinkilerin amma da doğurgan ailesi ve arkadaşları var. Doğuran doğurana!" Bunun şöyle bir açıklaması var: Bizimkilerin çevresi 31-33 yaş grubunda insanlar. E bu yılları kaçırıp çocuk projesini ötelemenin kimseye bir yararı olmayacağına göre herkes sıraya girmiş işte. Ne güzel... Her geçen gün büyüyen kocaman bir aileyiz biz! Darısı olmayanların da başına. Tabii en önce Yeldacığım'ın başına inşallah!

Bu güzel haberi ıslatalım dedik. Pazar sabahı kahvaltı için sözleştik. Bebek Kitchenette'in ikinci katına yayıldık. Aslında hava çok güzeldi ama bebekleri ve müstakbel anneyi korumak adına içeride oturmayı tercih ettik. Ne olur, ne olmaz. İyi ki de böyle yapmışız çünkü içerisi geniş ve ferahtı. Bebekli ailelerin sıkış tepiş olması zor oluyor çünkü.

Vanessa yanında birçok oyuncak ve portable DVD player getirmiş. Böylece baya oyalandık. Tabii ki daha çok Caillou ile vakit geçirdik.
DVD player'ı paylaşmak biraz problem oldu. Ama sorun çıkarmadım. Bir dahaki sefere benimkini yanımda götürürüm, böylece ortalık daha da süt liman olur.
Anne-babalarımız Caillou'nun çok sevimsiz bir velet olduğunu düşünüyorlarmış. Ama biz minikler çok seviyoruz. Bakın Caillou hemen nasıl tribün oluşturdu:
Kitchenette'in üst katında kuşlar varmış, gitmeden onları sevelim dedik. Sarı-kırmızı olmaları akşamki derbi öncesi bize manidar geldi ama alakası yokmuş. :(
Kitchenette'den kalktığımızda öğlen olmuştu. Annemi masaja bırakmaya giderken uyumuşum. Annem inince uyandım. Motor tekrar çalışınca uyudum. Durunca uyandım. Çalışınca uyudum. Durunca uyandım. Böyle olunca babam 1,5 saat boyunca turlamış. Annem çevreye minimum zarar vermeye takıntılı bir insan olduğu için yakılan benzine üzüldü. Bagajda pusetim vardı babacığım, bir dahaki sefer onu kullan olur mu? Nasılsa benim için önemli olan hareket.

Akşam maç seyretmeye Celal dedemle abisi geldiler. Benim için renkli bir akşam oldu. Onlar gittikten sonra babamın maçtan gelmesini bekledim. Sütümü içtim. Bu gece biraz erken yatacağım.

27 Kasım 2010

Uzun zaman sonra tekrar Cihangir

Bugün karma aşımın son dozu ve rutin kontrol için doktora gittik. Randevu saatini beklerken oyun odasında vakit geçirdim. Kaydırağı çok seviyorum; odadaki kaydıraktan defalarca kaydım.Sonra gözüme puzzle'lar ilişti, onlarla oynarken annem içeriden bana seslendi. Sıramız gelmiş.Kadir Amca'nın odasına girdiğimde başıma gelecekleri anladım. Annem birkaç kez doktorun neler yapacağını anlatmıştı. Neyi-neden yapacağını bildiğim için ağlamamak konusunda anlaşmıştık. Ama sözümü tutamadım. Kadir Amca beni tartıya koymak için kucağına alır almaz feryadı bastım. Tartılırken, boyum ve kafam ölçülürken, göğsüm dinlenirken, boğazıma ve dişlerime bakılırken hep ağladım. Annem "Ela bana bakar mısın, şu ana kadar canını acıtan bir şey oldu mu?" diye sordu. O an sustum. Gerçekten de canımı acıtan bir şey olmamıştı. O halde niye ağlıyordum? Valla hiç bilmiyorum, sanırım ağlamak adet olmuş, ben de adetten ağlıyormuşum. Sonra daha iyiydim, bilgisayar ekranında hayvan fotoğrafları dönüyordu. Çok ilgimi çektiler, böylece ağlamayı tamamen kestim.

Bu sessizlik kısa sürdü. Sıra aşı olmaya geldiğinde daha iğne popoma batmadan katıla katıla ağlamaya başladım. O arada iğne girmiş çıkmış, umrumda değil. Ben nasılsa ağlıyordum...

Annem sormak istediği soruları sordu. Gelişimim gayet iyi durumdaymış. Azıcık önce gidiyormuşum ama olsun. Nedeni bolca süt içip et yememmiş. Tahlil konusunda Kadir Amca gerek olmadığını söyledi ama annemin ısrarı üzerine "Tam kan sayımı yaptır, sonuçları bana gönder." dedi, anlaştılar.

Muayene sonrası arabaya kadar Cadde'den yürüdük. Öğle yemeğine babaannemlere gidecektik. Yolda bizimkilerin arkadaşları Emre ve Berk ile karşılaştık, ayaküstü lafladık. Sonrasında kendimizi berbat bir trafikte bulduk. Caddebostan'dan Cihangir'e olan yolculuğumuz 1,5 saatten fazla sürdü. Ben yol boyunca uyudum.

Cihangir'e uzun zamandır gitmemiştik, biraz etrafta gezeriz diye düşünmüştük ama yapmadık. Bütün sokaklar İspark olmuş, gidiş-geliş yönleri değişmiş. Yeni cafeler, dükkanlar açılmış. Yemeğe beklendiğimizden hemen yukarı çıktık ve sofraya oturduk.

Babaannem ve dedemi görünce bizimkileri azad ediyorum. Bu sefer ek olarak Pompo-Pamuk da vardı. Annem "İşte senden kaçmayacak bir kedi." dedi ama yanılmış. "Pompo del. Mama ye. Fu iç. Çiç yap." şeklinde arka arkaya direktifleri sıralayıp peşini bırakmayınca Pompo isyan etti ve bana tısladı. Sonra da babaannemden azarı yiyip oturdu.

Babaannemlerin evi bir süredir tadilattaydı. Sonuç çok güzel olmuş, ev daha bir genişlemiş sanki. Ferahlamış. Bakın bu da manzarası:
Artık beni sık sık yatıya bekliyorlar. Bizimkilerden izni kopardım. Sanırım bir Kartalkaya planı varmış. Oh ben de babaannem ve dedemle kalırım.

26 Kasım 2010

Göktürk:2-Gayrettepe:0

Bir kez daha Göktürk Gayrettepe'yi yendi. Bildiğiniz gibi Tunç Residence yaklaşık 1,5 sene önce Göktürk'e taşınmıştı. Şimdi de Hayret Residence tası tarağı toplayıp Göktürk'e gidiyor. Elimizde bir tek Yaman Residence kaldı. :(

Lisya ve Rubi sonunda kiradan kurtulup ev sahibi oldular. Hayirli olsun, güle güle otursunlar. Onlar adına çok mutluyuz ama kendi adımıza komşularımızı kaybettiğimiz için üzgünüz. Karşı apartmanda oturuyorlardı da sanki her hafta görüşüyor muyduk? Hayır ama camdan ışıklarının yanıp yanmadığına bakmak bile güzeldi. Orada olduklarını bilmek güzeldi. Artık onlar da kilometrelerce uzağımıza gidiyorlar.

Lisya evi boşaltmadan son kez komşuculuk oynamak için bizi sabah kahvesine davet etti. Taşınma planından, Göktürk'te nasıl yaşayacaklarından, ödemelerden, bayramda gittikleri Londra'dan bahsettik. İçimiz buruk, keşke gitmeselerdi... :(

25 Kasım 2010

Marketi seviyorum

Sabah dedem geldi. Birlikte biraz oynadıktan sonra markete gittik. En sevdiğim şeylerden biri market alışverişi yapmak. Öncesinde Komşu Fırın'a uğrayıp aldığımız ekmeğin birkaç dilimini de mideye indirebiliyorsam değmeyin keyfime!

Birkaç gündür hediye yağmuruna tutulmuş durumdaydım. Sağanak yağış bugün de devam etti. Halam dedemle Londra'dan aldığı hediyeleri göndermiş. En çok minik Harrod's çantasındaki Hello Kitty'yi sevdim. Lisya'nın verdiğiyle aynı ebatta olduklarından hemen arkadaş oldular. Çantasını da koluma takıp alışverişe gitme oyunu oynuyorum. Çok eğleniyorum! :)

24 Kasım 2010

Bezim "upgrade" oldu

Uzun süredir 4+ Prima kullanıyorum ama artık tüm gecenin mahsulünü kaldıramamaya başladı. Hep ıslak uyanıyorum. Bugün gidip 5 numarasını aldık. Tamam bundan taşmıyor ama popo kısmım hep nemli gibi... Annemin dediğine popom çok büyümüş, artık bezi bırakmam gerekiyormuş. Hmmm bir an düşündüm de, yok ben bezle iyiyim.

Hayat bayram olsa

Evet kaldık yine annemle baş başa... Allahtan havalar güzel gidiyor da her gün parka gidebiliyoruz. Bunun dışında ufak ev işlerinde anneme yardımcı olma, hamurla oynama, boyama, legolarla ev yapma, çıkartma kitabına çıkartma yapıştırma, kitap okuma, dans etme, şarkı söyleme ve azıcık da uyuma ile gün bitiyor zaten.

Arada Caillou diye tutturuyorum, annem de az az seyretmeme izin veriyor. Az biraz Luli, az biraz da Playhouse Disney seyrediyorum. O arada da annem yapmasına izin vermediğim şeyleri yapıyor.

Yelda bana bayram hediyesi aldığını söylemişti. Bir türlü görüşemedik ki verebilsin. Bugün öğle uykumdan uyanınca Yelda'ya gittik. Saat 6'ya geliyordu. Hava sanki gece gibi karanlıktı... Ne acayip...

Anlayacağınız bugünü de hediyesiz geçirmedim. "Hayat bayram olsa!" diyorum, başka bir şey demiyorum. :)

Akşam babam gelmeden önce annem masayı hazırlıyordu. Hemen "Ela yappay!" diye atladım. Bir tabak, bir çatal, bir de bıçak koymam gerekiyormuş. Ben de şöyle bir düzen uygun gördüm:
Nasıl, beğendiniz mi? :)

21 Kasım 2010

Son iki günün bilançosu

Tatilin son iki gününü evde geçirdik. Cumartesi öğlen bayramlaşmaya Tunç Family geldi. Arda görüşmeyeli inanılmaz büyümüş. Ne de olsa o da bir "toddler", şaka maka 14 aylık oldu. Artık birlikte daha güzel vakit geçirebileceğiz.

Arda henüz boyama yapmamış, "Haydi gel o zaman, boyayalım!" dedim, "Olur." dedi.Boyarken "Peki hiç hamurla oynadın mı?" diye sordum. Yok, henüz hamurla da tanışmamış. Hemen kalemleri bir kenara fırlatıp hamurları çıkardım.
Neslihan ağzına götürmesinden korktu ama Arda hamurun tadına bakmaya hiç kalkışmadı. Ben bakmıştım, berbat bir şey... Iyyk!

Benimle böylesi uyumlu oynadığı için Arda'ya bir öpücük verdim.Sonra Arda'ya bir şeyler oldu, sarhoş mu oldu ne?Hediye konusunda bugünü de boş geçirmedim. Neslihan bana Hello Kitty'li nevresim takımı almış. Bayıldım! Hemen yıkadık, serilmeye hazır, çekmecemde mis gibi bekliyor.

Cumartesi akşama doğru babaannem ve dedem geldiler. Evin kalabalık hali babama bir fikir verdi. 6+2 bir ev bulacağız ki babaannem&dedem ile anneannem&dedem hep bizde kalabilecekler. Böylece bizimkiler 7/24 benimle ilgilenmekten kurtulacaklar. Bence hiç fena fikir değil, bir haftadır hiç boş kalmadım. Sürekli bir ilgi, bir alaka... Dünyalar benim oldu! Neden her zaman olmasın?

Hediye akışı akşam da devam etti. Babaannemlerin Amsterdam'dan ve Londra'dan getirdikleri de odamda yerlerini aldılar. Ne kadar şanslıyım yaw! :) -Maşallah

Pazar sabahı anneannemle dedemi İzmir'e yolcu ettik. Sabah güne dedemle başlamaya, anneannemin şefkatli sesini duymaya çok alışmıştım. Keşke aynı şehirde yaşasaydık, böylesi iki taraf için de zor oluyor...

Günün geri kalanını evde geçirdik. Öğleden sora hava almak için çıktık. Pusetle bir-iki tur attık. Ben uyurken bizimkiler dvd seyretmişler. 9 günlük tatil annemin şu sorusuyla bitti: "Eee Ela Hanım, kaldık mı yine baş başa?"

19 Kasım 2010

Şanslıyım

Sabah erkenden yaptığımız kahvaltının ardından markete ve parka uğrayıp öğlen saatlerinde eve döndük. Bugün de biz misafir kabul edeceğimiz için annem ve anneannem mutfağa girip ikramları hazırladılar. O arada öğle yemeğimi yedim ama çok uykum olmasına rağmen uyumamakta direndim. Birlikte uyumak için babamla uzandık ama o uyudu, ben de yanından tüydüm.
Annemin babaannesinin İstanbul'da yaşayan akrabalarından Ali Amca ve Vesile Teyze ile ilgilenmek için salona geçtim. Bana cici bir çift ayakkabı hediye ettiler. Çok beğendim, teşekkür ederim. :)

Anneannem İzmir'den gelirken bayram hediyesi olarak ne istediğimi sormuştu. Yeni bir çift spor ayakkabıya ihtiyacım vardı ama buradan deneyerek almayı tercih etmiştim. Tatilin çoğunu yedik ama hala alışverişe çıkamadık. Bu yüzden misafirleri uğurladıktan sonra Metrocity'ye gittik. Çok uykum olduğundan uyuyakalmışım, annemler uyurken ayakkabıları ayağıma geçirip numarayı tespit etmişler. Uyandığım zaman iki ayakkabı arasından hangisini tercih ettiğimi sordular. Açık pembe detayları olan beyaz Adidas'ı tercih ettim. Teşekkürler anneanneciğim. :)

Daha sonra bayram harçlığımı nasıl değerlendirebilirim diye bakmak üzere Joker'e girdik. Birkaç tur oyuncaklara bindim ama inat olsun diye ısrarla poz vermedim.
Benim için kısa günün karı iki yeni ayakkabı oldu... Bu arada ayaklarım 22 numara olmuş.

18 Kasım 2010

Bayram ziyaretlerine devam

Bugün bende halsizlikten ve ateşten eser yoktu, hava durumuna göre bayramın en güzel gününün bu olması gerekiyordu, o halde biz de dışarı çıkmalıydık... Fakat o da ne? Hava bulutlu. Sanki yağmur yağdı, yağacak! Hava durumuna da hiç güven olmuyormuş yahu...

Olsun, biz bugün karşıya geçmeye niyetliydik. Programı bozmadık. Önce büyük babaannemi ziyarete gittik. Ben yolda uyuyakalmışım, araba durduğunda da uyanmamışım. Annem başımda nöbetçi olarak kalmış. Oradan annemin halasına geçtik. Evde 3 kedi varmış ama ben korkarım diye saklamışlar. Duyar duymaz kedileri görmek istedim. Biri üst katta koltuğa kurulmuş yatıyordu, ikisi balkonda manzara seyrediyordu. Ben balkondakilere takıldım.
Sonra da kapıp içeriye getirdim.
Zuhal Hala'nın anneme emeği çokmuş. Annem "Kendine iyi bak, benim çocuğumu da sen büyüteceksin." diye takılırmış ona. İstanbul'un iki ucunda oturduğumuz için sık sık görüşemiyoruz, beni çok seviyorlar ama uzaktan uzağa blog'umdan takip ediyorlar.
İlk bayram harçlığımı büyük haladan aldım, onunla kendime oyuncak almak istiyorum. Bir de minik müzik kutusu almış bana, onu da odama koydum.

Sırada Öniz'le buluşmak vardı. Öğle yemeğini geçiştirdiğimiz için akşam yemeğini erkene alıp doğruca Cercis Murat Konağı'na gittik. Öniz de oraya geldi. Maalesef bugün oyun odasında çocuklarla ilgilenen abla yoktu. Bu yüzden dönüşümlü olarak herkes belli bir süreyi benimle oyun odasında geçirmek durumunda kaldı. :)

Yemekten sonra eve döndük. Köprü mavi cicilerini giymişti. Çok hoş görünüyordu...