10 Temmuz 2010

Yağmurlu bir gün ve yine Kostandof Şatosu

Her zamanki gibi hafta sonuna erken giriş yaptık. Uyanıp kahvaltı yapıp ailecek duşlarımızı aldığımızda saat 9'du. Bugün için Kostandoflar'la sözleşmiştik. Sabahın köründe aramayalım diye mesaj atıp beklemeye başladık. Kendileri çocuksuz genç çift olarak cuma akşamı partilemişler, dolayısıyla sabaha karşı yatmışlar. Bizimkileri uyandırdığım saatte uykularının en tatlı yerindelermiş. Gerçi bizimkiler de en tatlı yerindedirler muhakkak ama ben bir kere kalk borusunu çaldıktan sonra bunun pek bir önemi kalmıyor.

Öğlene doğru evi yerle bir etme görevimi başarıyla yerine getirmiş, bizimkilerle birlikte yatakta debeleniyordum ki telefon çaldı. Babam "Hemen çıkalım o zaman." dedi ve Kostandof Şatosu'na doğru yola koyulduk. Onlara geçen gidişimiz de yağmur yağmıştı, bugün de yağmur yağdı. Zaten biz de yağmur yağacak diye ev programı yapmıştık. Aynı zamanda bu benim için karıştırıp dağıtacak yeni bir yer anlamına geliyordu. İşte bir sepet! Acaba içinde ne var?
Hmmm DVD'ler varmış... Şuradaki ne?
Babamlar PS3 ve Wii oynadılar. Ben de küçük bir deneme yaptım ama açıkçası pek sarmadı.
Plamen bana komik danslar gösterdi, benim de çok hoşuma gitti ve hep dans etsin istedim. Ne yazık ki o sırada fotoğrafını çekmemişiz, gerçekten çok komikti! :)

Bugün uyku performansım iyice düştü. Kostandof'lara giderken 20 dk, dönerken 20 dk uyudum. Uyandığımda Metrocity'nin otoparkındaydık. Yarın sabah Neslihan'ın doğum günü dolayısıyla Bebek Oteli'ne kahvaltıya gideceğiz. Hediyemizi alıp eve geçtik. Bazıları erkenden uyurum diye hayaller kuruyor ama bunlar boş şeyler! Eskisi gibi 20:30'da yatıp 07:30'da kalkan Ela yok artık...

09 Temmuz 2010

Ela iş başında

Annemi hiç rahat bırakmayıp yaptığı her şeye maydanoz olmak gibi bir adetim var. Ya ben kucağındayken işlerini halletmesi gerekiyor ya da her ne yapıyorsa aynısını bana da yaptırması...

Gördüğünüz gibi ben de tencerenin içindekileri karıştırabilirim.
Bulaşık makinesindekiler güzel yıkanmış mı diye kontrol edebilirim.
İstemesi yeterli... Göreve hazırım!

07 Temmuz 2010

Yavru aslan GS Adası'nda

Bu haftanın en sıcak gününün çarşamba, sonrasında da perşembe-cuma-cumartesi yağmurlu olacağını öğrenen annem havuz programını hemen bugüne set etti. Kahvaltı yapıp çıktık. 10:15'te GS Adası'ndaydık. İlk gidenlerden olarak güneşin hareketine göre en güzel yeri seçip yayıldık, hemen ardından kendimizi havuza attık.
Benim buraya üçüncü gelişim. Daha önceki ziyaretlerimde o kadar küçüktüm ki henüz etrafla bu derece ilgili değildim. Bugün her yerini gezdim, adanın manzarasına bayıldım. Nereden baksak İstanbul başka bir güzel görünüyordu. Dedem de çok beğendi, "İyi ki getirdin beni Elacığım. Çok güzel bir gün geçirdim, sayende pek çok ilk yaşadım" dedi. "Baba Ela'ya takılmak lazım..." dedi annem, "... hayat ona güzel, biz figüranız." :)
Burayı Sultan Abdülaziz 1872'de Sarkis Balyan'a hediye etmiş. 1914'ten sonra ise şehir hatları vapurlarına yakıt sağlayan kömür deposu olmuş. Neyseki 1957'de dönemin GS başkanı Sadık Giz burayı alıp sosyal tesis yapmış. Şu an adanın işletmesi Mehmet Koçarslan'da. Çok ama çok havalı bir yer. Yan yana dalgalanan bayraklarımızı görünce insan daha bir gururlanıyor.
Adaya çok doğru bir günde gelmişiz, hava o kadar sıcaktı ki 12:30'dan sonra güneşin altında durmak imkansızlaştı. Her ne kadar 50+ güneş kremi sürsem de tedbiri elden bırakmayıp gölgeye kaçtım. Cartoon Network'ün biz minikler için hazırladığı köşeye geçtim. Ikea'dan aldığımız rengarenk masa, sandalye ve taburelerden burada da vardı. Kendime bir arkadaş edinip şemsiye altında onunla oynadım. Öğle menümde pizza vardı, annem bana kendi favorisini ısmarladı. Ben pizzaya bayıldım, etraftakiler bana ve yiyişime bayıldı. :)
Yediklerimi eritmek için biraz merdiven inip çıktım, sonra da dedem pusetimde iki tur attırınca uyudum. Bu sayede güneşin en tehlikeli olduğu zamanı gölgede geçirdim.
Uyanınca tabii yine havuza atladım. Suyun içinde olduğum sürece keyfim yerindedir benim!
Saatlerimiz 18:30'u gösterirken toparlandık. Zaman ne çabuk geçmiş! Bugün bizimkilerin evlilik yıl dönümüydü. Babam anneme sürpriz yapıp başbaşa olabilmeleri için dedemi bile ayarlamış, bizim haberimiz yok! Annem de "Biraz daha kalıp 19:00'da çıkacak olan Ayhan Sicimoğlu'nu mu dinlesek?" derken baktım dedem giyinmiş, çantasını sırtına takmış bize bakıyor! Eve gidince annem 3 posta kıyafet değiştirdi, nereye gideceklerini bilmediği için emin olamadı. Sonra babam sürprizi açıklayınca gidip tekrar değişip saçını baştan yaptı. Babama "Ben gelmeyecek miyim?" diye sordum çünkü geçen sene üzerim şalla örtülü bir şekilde yanlarında takılmıştım. Bu sene daha ağır bir yere gidiyorlarmış, bebeklere uygun değilmiş. "Olsun, ben de dedemle oynarım." dedim ve giderken tatlı bir şekilde el salladım onlara.

Tam uyumak üzereydim ki geldiler, anneciğime sarılıp yatakta yuvarlana yuvarlana uykuya daldım. Havuz, güneş derken yorulmuşum doğrusu...

06 Temmuz 2010

I love Ikea

Elimdekileri atma huyum başladığından beri annem sonradan oyun odam haline gelen oturma odasındaki eşyalarımı odama taşımayı düşünüyordu. Bunda arkadaşım Alpiko'nun oyuncak atıp televizyonu kırdığını öğrenmesinin etkisi oldu sanırım. Oyuncaklarım tam da LCD'nin önünde dizili duruyordu. TV pek açılmıyor ama olsun parçalamaya da gerek yok değil mi?

Taşınmanın gerçekleşebilmesi için odamda gerekli düzenlemeleri yapıp oyuncaklarımı koyabileceğim birkaç raftan oluşan bir dolap, minik bir masa, sandalye ve kilim almak gerekiyordu. Ikea'nın çocukla ilgili her şeyi çok şirin ve kullanışlı, bu yüzden ilk tercihimiz Ikea oldu.

Ikea'ya akşama doğru annemle gidiyoruz, babam da iş çıkışı bize katılıyor, alışveriş bitince de hep birlikte eve dönüyoruz. Böylece haftasonu kalabalığını da çekmemiş oluyoruz. Haftasonu gideceklere tavsiye; sabah açılır açılmaz gitmeleri.. İşte o zaman bomboş, öğlene doğru kuru kalabalık içeriyi doldurmuş oluyor.

Normalde annemle yalnız alışverişe çıktığımızda ona hiç rahat vermiyorum, hiçbir yere bakamıyor. Bugün Ikea'ya girdiğimiz zaman gördüklerim bana o kadar ilginç geldi ki, etrafta koşuşturmaktansa pusetimde oturup seyretmeyi tercih ettim. Annem de almak istediklerini belirledi ki babam gelince zaman kaybetmeyelim, gösterip alalım. Gezilecek yerleri bitirdikten sonra çocuk bölümüne girdik. Tabii mutluluktan çıldırdım! Her şey tam bana göre, çok seviyorum orayı. Mini mini masalar, sandalyeler, rengarenk oyuncaklar... Hele peluşlar yok mu?
Hepsine teker teker sarıldım. Bizimkiler "Beğendiğin varsa al Elacığım." dediler ama peluşlar arasında çok içime sinen birşey olmadığından almadım. Onun yerine tahta bir oyuncağı seçtim. Yürürken onu önüme katıp götürüyorum, taka tuka sesler çıkıyor çok eğleniyorum. Bir yandan da terbiyesiz alt komşumuzdan beni uyandırdığı gecelerin intikamını alırım diye düşündüm. Yaşasın kötülük! :)
Eve gelince heyecanla masamı ve sandalyelerimi kurduk, kilimimi serdik. Oyuncak dolabımı da kurunca tamamen taşınmış olacağım. Dedecim uçak biletini gönderiyorum... :))

05 Temmuz 2010

Alo nanane ben Ela

Anneannem bizde kalırken dedem her sabah arardı. Artık ben de öğrenmiştim ev telefonu her çaldığında "Deddee" diye koşuyordum. Anneannem İzmir'e döndükten sonra da telefonu elime alıp dedemle konuşmaya çalışıyor, "Deddee, deddee!" diye bağırıyordum.

Bugün öğleden sonra ben yine telefonla oynarken, anneminse uykusuzluktan gözleri kapanmak üzereyken (sabah 5:30'da kalktık da...) "Nananeee, deddeee!" diye telefonu kulağıma koymuş konuşuyordum. Annem de kendi kendime oynuyorum zannediyormuş ama işin aslı çalan telefonla ortaya çıktı:

Anneannem: Niye kapattınız ne güzel konuşuyorduk?
Annem: Yoo biz aramadık ki, ben uyukluyor gibiyim.
Anneannem: Olur mu canım Ela vardı telefonda "Nanane, deddee!" dedi, "Tıktıktık" dedi, "Nasılsın?" diye sordum "İyi" dedi.
Annem: Yok artıkkkk!!!!

Var artık anne! Ne yani telefonla anneannemi arayamaz mıyım? Bal gibi ararım işte! :))