21 Ağustos 2010

Ela Süper Foça'dan bildiriyor-2

Bu sabah dedem yine balık mezatından en güzel balıkları alıp geldi. Birlikte kahvaltı yapıp çıktık. Rüzgar daha bir şiddetlenmişti, yine koyları gezip en sakin yeri aramaya koyulduk. Yol üzerinde hiç rüzgar almayan bir yer bulup orada durduk. Durduğumuz yerin bir adı olduğunu sanmıyorum.

Pırıl pırıl ve sakin denizi görünce heyecanla arabadan atladım. Ayağımı suya sokmamla çekmem bir oldu! Geçen sene 5,5 aylıkken Bodrum'da bizimkilerin soğuk diye girmediği denize bile giren ben, bu denize giremedim! Gerçekten çok soğuktu. Annem girer gibi oldu ama dediğine göre etraftan etkilendiği için girememiş. Herkes girmeye teşebbüs edip "Ay ay ay!" nidalarıyla gerisin geri çıkıyordu. Cengaver dedem birkaç tur girdi. Annem ve ben sadece bakakaldık.

Denizi önce uzaktan seyrettim.
Sonra dedemle sahilde yürüyüp taş toplamaya başladık.
Bu arada dizime kadar suya girdim, hatta dedemin kucağında derinlere bile gittim. Ama girmeye yanaşmadım.
Foça'daki evde de yeni ritüellerim oldu; cama gelen kedilerle konuşmak gibi...
Evde küvet yerine duş teknesi olması çok hoşuma gitti. Her fırsatta koşup koşup duşa girdim. Ayaklarımı yıkadım. Duşakabini kapatıp içeride saklandım. Gece bile burada uyuyabilirdim.
Hava iyice serinledi, bizim de artık eve dönme zamanımız geldi. Foça'da çok güzel vakit geçirdim. Keşke yazı geçirebileceğim bir yazlığımız olsa... Ama o zaman babamı bütün yaz İstanbul'da bırakmam gerekecek. Bunu da pek istemiyorum açıkçası...

Foça'da sadece Siren Kayalıkları'nı ve Foça'nın simgesi olan fokları göremedim. Artık bunlar da seneye kalsın diyerek tatil anılarıma burada son veriyorum. Bir sonraki maceramda görüşmek üzere! :)

20 Ağustos 2010

Ela Süper Foça'dan bildiriyor

Dedem kendine sadece cuma ve cumartesi izin verebilince Foça'ya gitmemiz biraz gecikti. Bu benim Foça'ya ilk gidişimdi. Sevimli bir Ege kasabası diyebilirim Foça için. Çeşme ve Bodrum'un kokoşluğunu burada göremedim. Herkes rahat, sanki oranın yerlisiymiş de balığa gidiyormuş gibi takılıyorlardı. Gündüz bu kadar sakin olan yer gece olunca cıvıl cıvıldı. Balıkçılar dolu, neşeyle kadehler tokuşturuluyordu. Kimileri yürüyüşe çıkmış, ellerinde dondurma. Bebekler pusetlerde aileleriyle birlikte geceyi sokakta geçiriyorlardı... Foça gece yaşayan bir yerdi.

Anneannemler Foça'nın içinde ev tutmuşlar. Her yer yürüyüş mesafesinde. Cuma sabahı 9:30'da yola çıktık, 1 saatte eve vardık. Denizi çok özlediğim için annem ve dedemle birlikte giyinip çıktık, anneannem yerleşmek üzere evde kaldı. Foça'da sahil boyunca istediğiniz her yerde denize girebiliyorsunuz. Belediyenin işlettiği plajlar da var, özel plajlar da... Fiyatlar el yakmayan cinsten. Ama öyle beach party'ler ve dımtıs müzikler beklemeyin. Dedim ya burası hiç tikky bir yer değil. Bazen plaj bile yok, şemsiyenizi ve şezlongunuzu atın, bulduğunuz yere oturun. Orası sizin plajınız artık! Deniz çok temizdi. Meğer içinde minik balıklar varmış, bir tanesi annemin bacağındaki kesiği ısırınca denizin içinden bir havaya yükselişi vardı ki görmenizi isterdim. Bir de eğer taşa basmaktan hoşlanmıyorsanız yanınızda mutlaka deniz ayakkabısı ile gidin.

İlk günün sabahı Büyük Deniz'deki plajdan girdik. Cuma olduğu için kimsecikler yoktu.
Deniz pırıl pırıl ama azıcık serindi. Olsun benim için fark etmez. "Bıcıbıcıbıcı" ve "Papapa" yaptıktan sonra öğle yemeği ve uykusu için eve döndük. Yemekten sonra dedemle kitap okuduk ve hepimiz bir güzel uyuduk.
Uyanınca bir daha denize gittik, biraz daha "Bıcıbıcıbıcı" ve "Papapa" yapıp bu sefer akşam yemeği için eve döndük. Yemekten sonra yürüyüşe çıktık. Küçük Deniz'deki balıkçıların önünden geçip Kybele Tapınağı'na ve Beşkapılar Kalesi'ne doğru yürüdük. Dondurmamı yerken uyumuşum.

Burası açık hava müzesi gibi bir yer. İzmir'den gelirken tepede şu an restorasyonu süren yel değirmeni kalıntılarını da görmüştüm. Çalışma bittiği zaman harika görüneceklerini düşünüyorum.

Ertesi sabah dedem balık mezatına gitti. Dedemin en büyük hobisi bu olmuş. Denizden yeni çıkan balıkları restoran işletmecileriyle girdiği kıran kırana (!!) pazarlıktan sonra alıp bize getiriyor, akşam da bir güzel pişirip servis ediyordu. Dedem bu kadar profesyonel balık pişirdiği için annem İzmir'e gidince balık restoranına hiç gitmez, Foça'da da öyle oldu.

Balık mezatı dönüşü birlikte kahvaltı yaptık ve bu sefer bütün günü geçirebileceğimiz bir plaja gidelim dedik. Koyları dolaşarak denizdeki dalganın en az olduğu yeri aramaya başladık. Hanedan'a gidince "Tamamdır!" diyerek içeri girdik. Kocaman bir koy, adı 4. Mersinaki'ymiş. Hanedan burayı Fransız Tatil Köyü denilen Club Med ile paylaştığından içeride bir çok yabancı vardı ve Fransızca anonslar yapılıyordu.
Bütün gün denize girip güneşlendim, dedemin kucağında bir güzel uyudum. Deniz yine pırıl pırıl ama yine hafif soğuktu. Annem beni çıkarmak istedi ama "Nonono" diyerek reddettim ve denizin tadını çıkardım. İstanbul'a dönünce nereden bulacağım böyle güzel denizi değil mi?
Sonra çıkıp şezlongda kendimi güneşin kollarına bırakarak taşlarla oynadım.
Denizdeki anneannemle dedeme el salladım.
Dedemin sabah aldığı balıkları pişirip yemek saatime yetiştirmek üzere eve döndük. Yarın nereden denize girsek diye şimdiden düşünmeye başladık. Nasılsa bütün koylar bizim... :)

19 Ağustos 2010

Tuvalet alışkanlığı günlüğüm-7

Neredeyse yaz bitti ama bende tuvalet konusunda bir ilerleme olmadı. Hala kakalar tuvalete, çişler beze! Annem Mothercare'den üzerinde Mickey Mouse olan pamuklu külotlar ve alıştırma külotları almış. Çok heveslendim. Arada alıştırma külodu giyiyorum ama çişim gelince yapıyorum, hala tutmuyorum + çişimin geldiğini söylemiyorum.

Kordon'u beğendim, burada yaşayabiliriz

Dün sabah kahvaltıdan sonra çıkıp anneannemin kankisi Güler Teyze ile buluşmak için motora bindik ve Kordon'a gittik. Motor yolculuğu da zor geçti, tabii ki yine yerimde durmadım! Kucakta iyiyim ama...Alsancak iskelesinde inince Kordon'u gördüm ve "Vaaay kocaman bir yaşam alanı!" diye düşündüm. Yeşil alanlar, koşu ve yürüyüş yolları, cafeler, barlar... Çok hoşuma gitti! Babam arada anneme sorar, "İzmir'e yerleşelim mi? Nerede oturmak istersin mesela?" diye... Babacığım ben burayı beğendim, Kordon'da oturabiliriz.Annemler sabah kahvesi içeceklerdi. Gidene kadar tıngır mıngır yollarda uyuyakalmışım. Zaten buluşmalarda benim uyumam daha hayırlı oluyor, yoksa kimse iki çift laf edemez. Sonra uyanıp sazı elime alıyorum, en azından öncesi diğerleri için sakin geçiyor.

Güler Teyze 3 aydır Amerika'daydı. Orada yaşayan oğlunun kızı "Olivia Güler" doğunca Güler Teyze de adının önüne "babaanne" sıfatını ekleyip Amerika'ya gitmişti. Anneannem giderken sipariş vermiş, "Oralarda benim boncuğuma yakışacak değişik şeyler görürsen hiç düşünme al." demiş. Güler Teyze de bana Ralph Lauren'den ve Gap'ten çok şık ciciler almış. Kendi hediyesi olan ayrıca iki parça kıyafet ile bugün getirmiş. Valla bayıldım, çok teşekkür ederim.
2 saat nasıl geçti anlamadık. Yemek saatimin yaklaştığını görünce tekrar motora atlayıp eve döndük. Bostanlı sahili de Kordon gibi geniş, ferah... Zaten İzmir'in en beğendiğim yönlerinden biri bu. Şehir rahat rahat yayılmış, İstanbul gibi tıkış tıkış değil. İstanbul'da her şey insanın üzerine geliyor sanki! İzmir'de bu his yok.
İzmir'de yeni ritüellerim oldu. Sabah 6:30 civarı uyanıp dedeme sesleniyorum. Balkonda oturuyoruz. Kedilere seslenip çöp toplayan adamlara bakıyoruz. Dedem 07:15'te işe giderken nöbeti anneanneme devrediyor. Balkondan aşağıya sepet sallıyoruz, dedem işe gitmeden önce sepete ekmek, gevrek ve gazete koyuyor. Sepeti yukarı çekip içindekileri alıyoruz. Akşam da pencerede dedemin işten gelmesini bekliyoruz. Azıcık gecikse merak edip "Deddee" diye bağırarak ortalığı ayağa kaldırıyorum.
Hava çok sıcak olduğu için gündüz parka gitmek imkansız. Yemekten sonra gittik, bir de ne göreyim! İzmir'deki parkların zemininde İstanbul'da olan malzeme yok! Kum var! Ama ben kuma basamam ki... Hiç sevmem kumda yürümeyi. Bir de düşersem ellerim kum olur. Hiç hoşuma gitmedi. Bir-iki kayıp sallandım sonra sahilde yürüyüşe devam ettik.

17 Ağustos 2010

Offf İzmir çok sıcak!

Dün zorlu bir uçak yolculuğundan sonra çok ama çok sıcak olan İzmir'e iniş yaptık. Uçağa binene kadar her şey çok güzeldi. Tek zorluk iki kez kontrolden geçmek oldu. Her ikisinde de annem önce beni polis ablaya teslim etti, ardından puseti kapatıp çantalarla birlikte x-ray cihazından geçirdi, puseti alıp tekrar açtı ve beni oturttu. Valizi teslim ettikten sonra uçak saatini beklerken Garanti Zone'a çıktık. Orada biraz oyalandık ve sıkılmayayım diye uçağa en son biz bindik.

Uçak tam saatinde kalkış için hazırdı ama hem kalkış sırası beklediğimiz hem de kuş sürüleri tepemizde dolandığı için yerlerimize oturduktan sonra 20 dk. içeride bekledik. "Fazla bile oturdum!" diye düşünerek kalkıp dolaşmak istedim. Annem bana herkesin oturduğunu, uçak kalkarken dolaşmanın yasak olduğunu söyledi ama bana ne benim canım dolaşmak istiyordu.

Neyse, kemer ikaz ışıkları sönünce koridora çıktım. İzmir uçuşu o kadar kısa sürüyor ki uçağın kalmasıyla inişe geçiş anonsu yapılması bir oluyor. Koridorlar servis arabaları yüzünden tıkalıydı, dolaşamadım, dolaşamayınca daha çok sıkıldım. Annemin kucağında oturmak istemedim. Mızıldanıp durdum. Yere oturmak istedim ve oturdum. Annemin elindeki sütü döktüm. Kitaplarımı ve bebeğimi yere attım. Kısacası daracık bir alanda yapabileceğim her türlü yaramazlığı yaptım. Uçaktan indikten sonra valizimizi almaya giderken yerlerde sürüklendim, annem valizi beklerken koşarak oradan uzaklaştım. Beni yakalamasın diye daha uzaklara kaçtım. Yakaladığında da yine yerlerde süründüm. Annem beni resmen bizi karşılamaya gelen dedeme ve dayıma attı ve valizin geleceği banta geri döndü. "Alın bunu yoksa döveceğim!" dediğini duydum. Allaaahhh dayak diye bir şey olduğunu biliyordum, galiba yakında ben de tanışacağım dayakla...

Olsun, yaramazlık da yapsam yine de herkes bayılıyor ki bana! Hostes ablalar, havaalanı görevlileri-temizlik elemanları, polis ablalar-abiler ve yolcular... Hepsi beni sevmek için peşimde koştular. Dedem ve dayım beni çok özlemişler, hemen aldılar annemden. Anneannem heyecanla beni bekliyormuş evde. Kaç gündür ben geleceğim için hazırlık yapıyormuş. Ela günlük süt ister, Ela köfteyi çok sever, Ela'nın yatağı hazır olsun, "Ah Elacığım üzüm sever dedesi, üzüm de al..", "Gevrek almayı unutma!", "İlk gece balık yeriz, dil balığı al kızıma..." diye diye dedemin başının
etini yemiş. Sonunda bana kavuştular, çok da mutlu oldular! :)

Ama hava... Ah şu İzmir havası... Nasıl sıcak anlatamam! Her odada klima var, hepsi de çalışıyor. Kapattığımız anda ortam ısınıyor, oturmak-uyumak imkansız! Klimalı evde oturup, klimalı arabaya binip, klimalı bir yere gittiğiniz sürece sorun yok. Bu hafta böyle geçecek, anlaşıldı...

Hemen beni özleyen ve görmek isteyenlerle program yapmaya başladık. Bugün annemin dayısıyla buluştuk. Ege Park'a gittik. Birlikte yemek yedik. Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu, tabii ki dayım beni çoook büyümüş buldu. Birlikte alışveriş merkezinde bir tur attık. Dönüşte annemlere "Etrafında hemen hayran kitlesi oluşturuyor!" dedi. Çok güldük, gerçekten de öyle oluyor ama bu tanımlama daha önce aklımıza gelmemişti. :)
Bu arada dünyanın en güzel arabasını buldum.
Babacığım bana bu arabayı alır mısın? Bak nasıl da sevdim!

15 Ağustos 2010

Kafayı patlattım-hem de iki kere!

Bu sıcaklarda evden çıkmak büyük cesaret istiyor doğrusu. Çıkmamız gerekiyorsa da neredeyse güneşi batırıp öyle çıkıyoruz. Dün saatin 18 olmasını bekleyip annemle Astoria'ya gidip geldik. Bugün çıkmadık, Selçuk ailesini bize davet ettik.

Gökalp görmeyeli kocaman olmuş. 4 aylık olmasına rağmen annesi bıraksa peşimden koşacaktı. Benim özgürce dolaşıyor olmam çok hoşuna gitti, bana takılmak istedi ama "Gökalpciğim azıcık daha büyümen lazım.. :)"
Dilekciğim yine eli boş gelmemiş, bana Mothercare'den pijama takımı almış. Ufak ufak sonbahar-kış kreasyonumu hazırlamaya başlamıştım. Çok teşekkür ederim! :)
Son günlerde bende bir dikkatsizlik var. Pat küt düşüp duruyorum. Annem artık beni parka götürmeyeceğini söylüyor. O kadar savsak hareketlerim var ki... Yüreğine inecekmiş! Özellikle ben beton zeminde yokuş aşağı koştururken içinin yağlarının eridiğini söylüyor. Cuma sabahı yerdeki oyuncağımı almak için eğildim ve kafamı sehpaya vurdum. Çok ağlamayınca annem hafifçe çarptığımı düşünüp buz koymadı ama sonra şişti. Tam saç dibi hizasında olduğundan görünmüyordu. Bu akşam da sandalyeden masaya tırmanmaya çalışırken düşüp yere alnımı vurdum. "Gümmmm!" sesini takiben alnım saniyeler içinde şişti. Hemen buz kompres uyguladık ama hafif morardı. Yarın anneannem görünce içi gidecek... Allahtan saçım kapatıyor yoksa her gören soracaktı ne olduğunu. Çok yaramazım ama yaptıklarımı anlatamam, utanırım...