25 Eylül 2010

Anneannemler geldi

Gündüz uyumadığım için dün akşam 19:40'ta oturduğum yerde uyuyakalmışım. 01:30'da uyandığımda bir de baktım yatağımdayım ve uykumu almışım. Hemen bizimkilere seslendim. Babam geldi, benimle 1,5 saat kadar oynadı sonra kendi yataklarına koyup uyudu. 1 saat de yatakta annem ve iPhone'la geçirip 04:15 civarı uyudum. 08:30'da gözlerimi açtım ve annem benden kurtulup uykuya devam edebilmek için salona gitmemi söyledi.

Bir de baktım anneannemle dedem gelmiş! Hemen koşup sarıldım. Birlikte kahvaltı yaptık. Babam bana hediye almış, paketten org türü bir oyuncak çıktı. Evdeki müzikli ve gürültülü oyuncaklara bir yenisi daha eklendi. Kahvaltı ve caz daha uyumlu olsalar da ben yeni orgumla konser vermeden geçemedim. Böylece güne aktif bir başlangıç yapmış olduk.

Ev kıyafet ve oyuncaktan geçilmediği için anneannem Mothercare'den ikili pijama seti almış, çok da iyi etmiş ihtiyacım vardı.

Annemle babamın bana almak istedikleri ufak tefek şeyler vardı. Gidip onlara bakalım dedik. Arada 2 saatlik bir boşluk oluşunca Ikea'ya gittik ve Ikea'dan da içerideki insanlardan da nefret edip çıktık. Yok valla bir daha tövbe, Ikea'ya hafta içi akşam saatleri dışında gitmek çok anlamsızmış.

24 Eylül 2010

Kulaktan kulağa

Cumaları bizde temizlik olduğundan evde dolaşıp temizlenen yerleri tekrar dağıtıp kirletmeyeyim diye mümkün olduğunca evde durmamaya çalışıyoruz. Bu sabah da kahvaltı sonrası önce kasaba, sonra markete ardında da parka gittik. Eve döndüğümüzde yemek saatim gelmişti. Annemin bugün için hazırladığı plan bu aktiviteler sonrası yemeğimi yiyip uyumam üzerine kurulmuştu.

Yemeğimi yedim ama uyumadım. Biliyorum, uyumazsam çok huysuz oluyorum ama canım uyumak istemiyorsa ne yapabilirim? Zorla uyuyacak değilim herhalde... Ben uyumayınca annemin planı da bozulmuş oldu, sabahtan beri benimle uğraşmaktan yorgun düştü. Tam günü nasıl bitireceğim diye düşünürken Yelda aramış. "Canım çok sıkkın..." demiş, "Evdeyseniz size geleyim ya da Ela'yı da alıp bir yere gidelim."

Annem ve Yelda nereye gitmek istediklerine bir türlü karar veremeyince evde kaldık. Ne de olsa beni dışarı çıkarmak ayakları uzatıp kahve yudumlamak anlamına gelmiyor. Peşimden koşmaları lazım... Daha iyi oldu aslında, yeni bir oyun öğrenmiş oldum. Şöyle ki; Yelda kulağıma bildiğim bir kelimeyi fısıldıyor. Ben de gidip anneme söylüyorum. Bu oyunun adı "kulaktan kulağa"ymış. Birinin kulağıma fısıldaması, benim de duymaya çalışmam çok ilginç geldi. Sevdim ben bu oyunu! :)

23 Eylül 2010

Anneler ne zaman panik olmalı?

Ateşlenme, düşme ya da ishal gibi durumlar hafiften de kendini gösterse anneler ne zaman panik içinde doktoru aramaları, ne zaman belirtileri izlemeleri gerektiğini bilemeyebilirler. Benimki öyle mesela... En ufak olayda telefona sarılmak ya da beni kucaklayıp doktora koşmak istemiyor. Sonra da "Acaba ciddi bir şey var mıdır, zaman mı kaybediyorum?" diye içi içini yiyor.

Hastalıklar konusunda annelerin mümkün olduğunca önceden bilgilenmelerinde fayda var. Örneğin 6. hastalık olduğumda aylar önce kitaplardan okudukları annemin aklında kalmış olmalı ki sabah halimi görür görmez 6. hastalık olduğumu anladı. Doktorumu arayıp durumu anlattı, teyid aldı, hep birlikte kendiliğinden geçmesini bekledik.

Babycenter'dan gelen bir maildeki başlık tam da bu konuya parmak basıyordu. Burada bir test var. Bazı durumlarla nasıl başa çıkmanız gerektiği konusunda uzmanların görüşlerini alabilir, bir sonraki acil durumda nasıl davranmanız gerektiğini öğrenebilirsiniz.

Bu arada şansa karşımıza çıkan 7. soruya bakın: Çocuğunuzun gecenin bir saati ateşi çıktı. Ağzının içinde, ellerinde ve ayaklarında içi sıvı dolu kabarcıklar var. Acı içerisinde ağlıyor ve hiç bir şey yemiyor. Ne yaparsınız?

Şok şok şok! Bunlar resmen benim Kıbrıs'ta başıma gelenleri anlatmıyor mu? Bu hastalık Coxsackie adlı bir virüsün sebep olduğu El, ayak ve ağız hastalığıymış! Çok acı verirmiş ve doktorun teşhis etmekten başka yapabileceği bir şey yokmuş. Aaah ah hem de ne acı vermek. Anneme de bulaştığı için o da biliyor neler çektiğimi... İşin garip olanı yabancı yayınlarla kafayı bozmuş doktorumun bu hastalıktan haberi olmadığı için teşhis koyamaması!!!!

22 Eylül 2010

Kombine alan huysuz Ela

Sabah babamda bir telaş vardı, hemen ne olduğunu sordum. Kombine almaya gitmesi lazımmış. İşe geç kalmasın diye "Ben gider alırım babacığım, merak etme." dedim. Zaten hangi koltuğun alınacağı belliydi. Ödemeyi yapıp taahhütnameyi aldık ama öncesinde çok sıra bekledik. İyi ki de babam gitmemiş, işimiz bittiğinde saat 11:30 olmuştu. Babam "Ela'nın bu şirinliğini gören öne geçirmedi mi?" diye sordu, "Nerdeee?" dedi annem.Sami Yen'den eve dönüş yolunda çalışma olduğundan asfalt bozulmuş. Tıngır mıngır giderken uyuyakalmışım. Annem o sırada market alışverişini de halletmiş. Apartmana girdikten sonra duyduğum tıkırtılar beni uyandırdı. "Tamam artık!" dedi annem, "Yandık, bugün bir daha uyumaz Ela. Herkes görev başına!"

Doğru, bir saatlik uyku bana yetmez ama bir daha da uyumam, evde kudururum. Öğleden sonra annemle parka gittik. Bu arada artık benim ayak numaramda yumuşak tabanlı spor ayakkabı üretilmiyormuş. Artık büyümüşüm. Sert tabanlı spor ayakkabımı ilk kez dün Teoman'a giderken giymiştim. Yürürken değişik gelmişti. Bugün parka da yeni ayakkabımla gittim. Ayakkabım bana yeni ufuklar açtı. Kaydıraktan yukarıya kadar kimse beni tutmadan ve ayağım kaymadan tırmanabildim! Annemin ömründen birkaç sene daha gitti... :)
Kedi aramak için çardağın oraya gittik. Yere dökülen mamaları yiyen bir "pisipisi" gördüm ama o beni gördüğüne pek memnun olmadı, hemen kaçtı.
Ara sıra parka oyuncak getiren arkadaşlar oluyordu ama ben pek ilgilenmiyordum. Bugün Selin oyuncak bebek arabası ve içinde ayısıyla gelmiş. Arabayı Selin'in elinden kaptım. Tam ağlayacakken bakıcısı benim ondan küçük olduğumu ve paylaşması gerektiğini hatırlatınca sustu. Tam bir "Ohh!" çekecekken bu sefer Eylül arabaya sulandı. Hiç huyum değildir ama arabayı almasına izin vermedim. Çamura yatıp ağladım. Hem de "Ingaaaa!"lı ağlama! Tam bir bebek gibi davrandım. Sonuçta arabayı paylaşamadık. Eylül ekmek almaya gidince ondan kurtuldum ama bu kez hiç beklemediğim biri, Emre arabaya yanaştı. "Ne arabaymış be!" dedi annem, "Erkekler bile peşinde!". Neyse ki Emre iki tur atıp geri verdi.

Maalesef o sırada Selin bende unuttuğu arabasını geri almaya geldi. Arabayı pat diye elimden çekince yine ağlamaya başladım. Annem arabanın bana ait olmadığını, teşekkür etmem gerekirken ağladığımı söyledi. Herkes beni gülerken görmeye alışık olduğundan biraz ayıplandım sanırım. :( Nedenini bugün az uyumama bağlayarak park faslını noktalayıp eve döndük.

Annem bir ara sütlaç yapmıştı bugün. Akşam babama ellerimle yedirdim. Biberonu bırakıp bardağa alıştığım dönemde her akşam yatmadan önce bir kase sütlaç yerdim. Tarifini buraya da yazıyorum, tam bebeklere göre bir tatlı!

Sütlaç
1 lt. + 1 bardak su
1,5 çay bardağı kırık pirinç
1 lt. süt
2 yemek kaşığı pirinç unu
4 çay bardağı toz şeker
süslemek için tarçın

Pirinçleri yıkayıp süzdükten sonra 1 lt. su ile tencereye koyup pirinçler suyu çekinceye kadar kaynatın. Soğuk sütü ekleyip arada karıştırarak kaynamasını bekleyin. Bu sırada ayrı bir kasede pirinç ununu 1 bardak suyun içinde eritin. Tencerede kaynayan sütten birkaç kepçe alıp kaseye ekleyin. Ilınmış pirinç ununu yavaşça tencerede kaynayan süte akıtın. Arada karıştırarak 6-7 dakika kaynatın. Son olarak toz şekeri ilave edip karıştırın ve biraz daha pişirdikten sonra ateşten alın. Kaselere paylaştırıp üzerine tarçın serpin. Afiyet olsun! :)

PS: Su bardağı ölçüsü olarak biz rakı bardağı kullanıyoruz.

21 Eylül 2010

Kuduruk Teoman

Bugün park arkadaşım Teoman'a davetliydim. Güzel bir öğle uykusu çektikten sonra kendime evde oynamaya uygun bir kıyafet seçip giyindim. Uzun zaman sonra ilk kez öğlen 3,5 saat uyuduğum için keyfim yerindeydi.Teoman eskiden bizim blokta oturuyordu ama sonra yakında başka bir apartmana taşındılar. Hala aynı blokta olsak sadece asansöre binmem yeterli olacaktı. :) Annemle 17:30 civarı zili çaldık. Teoman bizi görünce çok mutlu oldu ve sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Aylardır tanımasam başka bir çocuğun evine gittiğimi zannedecektim. Bir an yerinde durmadı, elinde topla salonda bir oraya bir buraya koşturdu. Ben de şaşırdım kaldım, birlikte oynarız zannetmiştim. Ama yok bu erkekler biraz değişik galiba. Hangi oyuncağı almak istesem gelip elimden almaya çalıştı. Başlangıçta veriyordum ama baktım olacak gibi değil "AAAAA!" diye bir bağırdım da kendine geldi. Sanırım erkeklere karşı baştan ağırlığımı koymam gerekiyor.

Örneğin şu Chicco araba... Yüzüne bile bakmıyormuş Teoman. Ama ben gelince kıymete bindi. Bir türlü paylaşamadık. Sırayla bir ben bindik, bir o.
Değişim esnasında birbirimize sevgi göstermeyi de unutmadık.
Koşuşturmalar arasında minik kazalar da yaşanmadı değil. İkimiz de karşılıklı aynı yöne koşturunca kafa kafaya tosladık! Teoman'ın bakıcısı Suzan hemen morarmayı engelleyici krem sürdü. Bu kremden ben de alsam çok iyi olacak.

Teoman'ın annesi Evrim de işten çıkıp aramıza katıldı. Çaylar ve ikramlar hazırdı, hemen başına oturduk. Kek, börek ve kurabiye yedik. Tabii her yere döktük, evi mahvettik. Sağ olsun Evrim çok rahattı, biz de rahat ettik.

Eve ilk girdiğimizde etraftaki raflar dolusu kitap annemi şaşırtmıştı. Suzan Teoman'ın kitaplara dokunmamayı öğrendiğini anlattı. Annem de "Aferin!" demişti ama bizim afacanın heyecanı akşamın ilerleyen saatlerinde de geçmeyince sıra raflardaki kitaplara geldi. Hepsi birer birer aşağı inmeye başladı. İnşallah babası görmeden toplamışlardır.

Salı akşamları babamın halı saha maçı oluyor. Teoman'ın babası da arkadaşlarıyla çıkıyormuş. Bundan sonra biz de salı akşamlarını birlikte geçirmeye karar verdik. :)

20 Eylül 2010

18 aylık oldum

Gelişimimle ilgili ay ay haber vermeyi uzun zaman önce bıraktım. En son 13 aylık olduğumda neler başarabildiğimi yazmışım. İlk yıl çok hızlı geçiyor ve atılan her adım, yapılan her faaliyet çok çok önemli... "Toddler" olduktan sonra artık başarılarım bizimkileri şaşırtmamaya başladı. Kendi kendime yürüyüp yemek yemem sanırım yeterli onlar için. Zaman bulmuşken blog'uma yazmakta fayda var çünkü yıllar sonra neyi ne zaman yaptığımı sorduğumda bizimkiler kesin hatırlamayacak, şimdiden unutmuşlardır bile! :)
  • Son beş ayda ustası olduklarım: Oyuncakları bir yerden bir yere taşıma, sandalyeyi kucaklayıp pencerenin önüne götürdükten sonra tırmanıp parka bakma, geri geri yürüme, ayak ucuna basarak yürüme, kule yapma ve yıkma, tahta puzzle'ları yapma-bozma, legoları takma-sökme, kalem tutma ve karalama, dans etme, şarkı mırıldanma, bebeklerimi besleme ve giydirip soyma, çatal ve kaşık kullanarak kendimi besleme, biberonu bırakıp bardak kullanma, objelerin kullanım amaçlarını bilme ve uygulama (telefon, kumanda, ayakkabı çekeceği vs.), ev işlerine yardım etme, şişelerin ve kavanozların kapaklarını açıp kapatmak suretiyle içindekileri yerlere dökme, organlarımın vücudumdaki yerlerini gösterme, verilen talimatları yerine getirme (içeriden ceketini getirir misin? vs.), objelerin isimleri söylendiğinde parmakla gösterme, kutuları boşaltıp doldurma, kendime bir amaç edinip gidip onu gerçekleştirme (bebeğim ortalarda görünmüyor, gidip onu bulayım vs.), çorap ve pantolon çıkarma, merdiven çıkma, birkaç alternatif arasından seçim yapma.
  • Üzerinde çalıştıklarım: Giyinme, t-shirt çıkarma, topu istediğim yere atıp isabet ettirme.
  • Kendimi ifade etmek konusunda hiç sıkıntım yok. Belli başlı kelimeleri söylüyorum, bazılarını benzetiyorum, bazıları ise çok alakasız ama olsun sürekli aynı şekilde söylediğim için çevremdekiler öğreniyorlar.
  • 12 dişi tamamladım. Köpek dişlerimin çıkacakları yerler de pembeleşti.
  • İsmimi biliyorum. ama sorulduğunda "Aaya"diyebiliyorum.
  • "Cık" yapmayı öğrendiğimden beri her şeye "Cık!" diyorum. Sabah annem beni yatağımdan almaya geldiğinde bile cevabım hazır. (Annem: "Günaydın Elacığım!" Ben: "Cık!" :)) Soru sorulmasa da cevabım her zaman "Cık!"
  • Yabancılara karşı bebekliğimden beri hiç mesafeli olmadım. Artık bunu öğrenmem gerekiyormuş, annem söyledi. Dün Lisya'ya giderken sokakta çöpleri toplayan kadına "Bye bye" diyerek el salladım. Annem onun yabancı olduğunu ve yabancılarla konuşmamam gerektiğini söyledi. Nasıl olacak bu iş bilemiyorum...

Mozaik pastaya hücuuum!

Az önce aldığımız bilgiye göre Lisya ve Rubi'nin evinde dün geceden hazırlanıp buzluğa atılmış bir mozaik pasta varmış! Bu bilginin üzerine rahat durulur mu? Tabii ki durulmaz, mozaik pastaya hücuuum!!!Her lokmanın üzerine birazcık süt...Sonra da Lisya'ya kocaman bir "eline sağlık" öpücüğü...Rubi evde olmadığından onun öpücüğünü koltuğa bırakmaca...Annemler laflarken kağıt karalamaca...Son olarak bu harika lezzetin tarifini sizlerle paylaşmaca...

Mozaik Pasta (ya da Gato Salam)
250-300 gr. petit beurre bisküvi
60 gr. margarin
3 yumurta
3 çorba kaşığı şeker
5 çorba kaşığı kakao
1 tablet bitter çikolata

Çukur bir kaba bisküviler ufalanır. Margarin ateşte eritilip kakao ve şekerle karıştırılır. Biraz soğuduktan sonra çırpılmış yumurtalar ilave edilir. Karışım bisküvilerin üzerine dökülür. İyice karıştırıldıktan sonra alüminyum folyo ya da streç filme sarılarak salam şekli verilir. (Ya da bir kalıp yardımıyla üçgen şekli verilebilir.) 4 saat kadar buzlukta bekletilip kağıdı çıkardıktan sonra dilimlenerek soğuk olarak servis edilir. Afiyet olsun! :)

PS: Tarif eski bir Sefarad yemekleri kitabından alınmış ama ustalarımızın kendi ağız tadına göre değiştirilmiş. Şahsen ben çok beğendim.
PS2: Lisya bu tatlının yumurtasız olarak yapılan tarifi öğrenip benim için yapacak. Çiğ yumurta yemeyeyim diye... Ne kadar tatlı... :)

19 Eylül 2010

Bir güne iki ayrı program

Pazar kahvaltısı için Zeyneplerle Emirgan Sütiş'e gitmek üzere sözleşmiştik. Gittiğimizde benim babamın onun da annesinin amcası olan Cemal Amca'yı masalardan birine kurulmuş kahvaltı ederken bulduk. Hemen yandaki masayla birleştirip Cemal Amca'nın yanına kuruluverdik.

Evden çıkmadan yumurta yiyip süt içmiştim, çünkü o saate kadar aç aç bekleyemezdim. Kahvaltı faslına hafif şeylerle devam ettim; salatalık, domates, peynir, portakal suyu vb. Cemal Amca bize balon aldı. Zeynep yanında boyalarını getirmiş, ben tıkınırken o boya yaptı. Son olarak darı yedik.
Bu arada sosyal bir bebek olduğum tescillenmiş oldu; Sütiş'te arkadaşım Teoman'a rastladım. Ailecek ayak üstü lafladık. Annelerimiz tanışıyordu, babalarımızı da tanıştırdık.

Oturmaktan sıkıldığımızda Zeynep annesiyle, ben babamla kısa bir yürüyüşe çıktık. Bizi ikiz, Seda ile babamı da ebeveynlerimiz zannettiler! :) Seda'nın 10 gün sonra doğuracağını da düşününce matrak bir aile olduk. Kim bilir neler demişlerdir bizim için?! :)
Sütiş'te yer bulmak da valeye verdiğin arabanın geri gelmesini beklemek de zor. O sırada Sabancı Müzesi'ne kafamızı uzattık. Bahçede yürüyüş yapmak istedik ama bilet almak gerekiyormuş. Bizim başka bir programımız olduğundan arabaya binip sahilden Bebek'e geçtik.

Antalya'dan babamın arkadaşı Mehmet gelmiş, Hakan'da kalıyormuş. Birlikte Bebek'e geldiler. Kırıntı'ya oturduk.
Sabahtan beri sürekli yiyordum, burada da patateslere dadandım. Tıka basa yediğimiz için kalkıp dolaşmaya karar verdik. Aşağıda "3 adam ve 1 bebek" filminden bir karede gibi değil miyiz?
Bizimkiler akşam düğüne gidecekleri için yürüyüşü kısa kesip eve döndük. Eve girmeden market alışverişimizi yaptık. Babam berbere gitti. Biz de annemle evde oynadık. Babaannem gelince bizimkiler hazırlanıp çıktılar. Bu gece babaannem nöbette olacak, sabah kalkınca da onunla oynarım artık.