27 Ekim 2010

Babam benim herşeyim

Babamı çok seviyorum. Evdeyken benimle sadece babam ilgilensin istiyorum. Altımı babam değiştirsin, kıyafetimi babam giydirsin, benimle oyun oynasın, başka da hiçbir şey yapmasın!

Sabah babam işe gittikten sonra kaka yaparsam annem altımı değiştireceği zaman soruyorum: "Babba?" Annem babamın işe gittiğini, akşama geleceğini söylüyor. "İçş." diyerek onaylıyorum. İçimden de şöyle diyorum: "Keşke babam olsaydı da babam değiştirseydi bezimi..."

İlk başlarda babam bir seferde yaklaşık 546 adet ıslak mendil tüketiyordu, artık öğrendi. Kendinle gurur duyabilirsin babacığım! :)

Yalnız uykuya geçerken bana yardımcı olmak konusunda annemden öğrenmen gerekenler var...

25 Ekim 2010

Ela Süper İstanbul Modern'den bildiriyor

Uyuduğum anda annem "Fırsat bu fırsat!" demiş ve Galata'dan doğruca aşağı inip Karaköy Antrepo 3'e "Body Worlds" sergisine gitmişiz. Bu sergi hiç bana göre olmadığından bir süredir uyuduğum bir an kollanıyordu, meğer gün bugünmüş!

Annem insanın yaşam döngüsü içerisinde bedenin nasıl değiştiğini fetus halinden başlayarak gösteren bu sergiden çok etkilenmiş. Ayrıntılı bilgiyi burada bulabilirsiniz. 17 Aralık'a kadar sürecek olan Body Worlds'ü mutlaka görün!
Sergiyi gezdikleri iki saat boyunca uyuduğum için onlarca kez şükreden annem uyanınca beni İstanbul Modern'in cafesine götürdü. Ded* yer, Avvfa** içerim diye düşünmüştüm, hemen menüyü inceleyip siparişimi verdim.
Sonra da vazgeçtim. Siparişlerim anneme kaldı. Çünkü manzara çok güzeldi, bir sürü gemi vardı, bir amca balık tutuyordu ve üzerimizden helikopter geçiyordu. Dışarıda bu kadar hareket varken yerimde niye oturayım ki? Her taraf bariyerlerle çevrilmiş olsa da aşağıya uçacağım diye annemin yüreği ağzına geldi.
* Ded: Kek
**Avvfa: Süt

Ela Süper Galata'dan bildiriyor

Bugün hava çok güzeldi. "Soğuklar başlamadan gezmek lazım!" felsefemizin devamı olarak Lisya, annem ve ben Galata'ya gittik. Gidiş saati yemek vaktime denk geldiğinden hemen çok methini duyduğumuz Kiva Han'a oturduk. Yemeklerin hepsi harika görünüyordu ama yiyeceğimin garantisi olmadığı için biz Dıgıl Köfte ve Pehli Pilavı söyledik. Şaşırtıcı biçimde köfteyi yemedim. Lisya "Acaba baharatlı mı geldi?" diye sordu ama tadına bile bakmadığım için baharatıyla ilgili yorum yapamıyorum. Pilav çok lezzetliydi, et suyu ile yapılmıştı ve içinde nohutlar vardı. Herkes çok kibardı ve bana karşı çok ilgililerdi. Yemeğin sonuna doğru Lisya ile tavşancık oyunu oynadık ve hesabı istedik.Ve o dakikadan itibaren beni ve Galata Kulesi'ni aynı kadraja alabilme çalışmaları başladı. Öğle saatinde güneş kulenin hep parlak çıkmasına sebep oluyordu. Bir de ben çok miniktim, kulenin tepesi ile aynı kadraja giremiyordum. 72.768 denemenin hiçbirini beğenmedik. Neden mi? İşte bir örnek:Sonunda pes edip sadece Galata Kulesi'ni çekelim dedik ama güneş bize hiç yardımcı olmadı. En başarılı fotoğraf bu oldu:Biraz çevreyi dolaşalım dedik. Öncelikle gözüme çarpan etrafta çok turistin oluşuydu. Hafta içi olmasına rağmen aşırı kalabalıktı. Her sokakta inşaat olduğundan Galata kocaman bir şantiye gibiydi. Yerler taş döşeli olduğu için rahat yürüyemedim, pusetle gezmek de çok konforlu olmadı.
Binaların çoğu eski, renove edilenler ise çok şık olmuş. Ama o kadar karışık bir kitle vardı ki anlatamam. Sanatçılar, hippiler, kara çarşaflılar, mini etekliler, apaçiler, yurdum insanları ve tabii ki turistler...

Örneğin şu Papadopoulos Freres Apartmanı. 1907 senesinde yapılmış ve henüz renove edilmemiş. Dış cephesi eski görünse de gravürleriyle çok nostaljik bir havası vardı. Giriş katında bir duvar kağıdı galerisi açılmış. Birinci katta oturan teyze ise çamaşırlarını dışarıya asmış! "Only in Turkey" diyorum!
Girdiğimiz sokakta birçok galeri vardı, aşağıya doğru yürürken bir de baktık Doğan Apartmanı'na gelmişiz. Hani şu trilyonluk dairelerin olduğu, İstanbul'un en güzel manzarasına sahip olduğu söylenen, Okan Bayülgen, Şener Şen ve Sezen Aksu'nun ev sahibi olduğu apartman... 1895 yılında inşaatı tamamlanmış. Sokağa bakan ana giriş tarafında Fransız balkonları ve pencereler var. Manzaraya bakan tarafa geçmek üzere bahçesine girince çok etkilendik. Apartman U biçiminde ve iç tarafında geniş bir avlusu var. Ve buradaki bitkilerin kesinlikle budanması gerekiyor! :)
Saat 14:00'a gelirken gözlerim kapanmaya başladı. Baktım annem ve Lisya hala Galata Kulesi'ni fotoğraflamakla meşgul, azıcık kestireyim dedim. Uyandığımda bambaşka bir yerdeydim...

24 Ekim 2010

Atlara ilk meynamma*

Havayı güneşli görünce ne zamandır istediğimiz Atlı Spor Kulübü ziyaretini gerçekleştirmenin tam zamanı olduğunu düşündük. Blog'umda daha önce bahsetmedim ama bilenler biliyor, at yarışı seyretmeye bayılıyorum. Bir gün annem tesadüfen atların artistik yürüyüş ve engel atlayışlarını açmıştı. Baktı ki hoşuma gitti, TJK TV'ye geçti. Yarışları daha heyecanlı buldum ve o gün bugün at yarışlarının müptelası oldum.

İstanbul Atlı Spor Kulübü tesisleri içindeki Galatasaray Nevzat Özgörkey Binicilik Tesisleri'ne gittik. Burada tesisler birbirinin içine geçmiş, girişte GS bayrağı dalgalanıyordu ama neresi GS neresi İstanbul anlayamadık. Sonradan gezdikçe gördük ki; GS'ye ait şimdilik sadece bir kulüp binası var. Tüm manejler İstanbul Atlı Spor Kulübü'ne ait. GS yakın bir zamanda ahır inşa edip pony eğitimlerine başlayarak çekirdekten sporcu yetiştirmeyi amaçlıyormuş. Binicilik eğitimine 3,5 yaşında başlandığını öğrendik. Etrafta pony binen çocuklar vardı, ben bu iş için de çok küçüğüm ama yine de bilgi için fiyatını sorduk; 10 dakikası 20 TL'miş.

Öncelikle atlar beklediğimden de büyük çıktı. İlk görüşte biraz şaşırdım ve bakakaldım.
Annem elini uzatıp atı sevdi, at da hemen karşılık verdi.
Annem girişken davranınca ben de gaza geldim ve elimi uzattım. At beni kokladı, sanırım iyi anlaştık.
Çocukların bindiği bütün atları dolaştık ve hepsini sevdik.
Güneşli havayı bulmuşken yürüyüş yaptık.
Karnımız acıkınca açık çalışma manejinin yanındaki kafeye oturduk. Siparişlerimizin gelmesini beklerken annemle kapalı maneje gidip profesyonel binicileri seyrettik. Anladım ki az önce gördüğüm atlar bir şey değilmiş; buradakiler daha genç, daha iri ve cins atlardı.

Bizimkiler benim için köfte söylemiş. Yanında patates kızartması ve pilav da gelince hangisini yiyeceğimi şaşırdım. İşte benim favori üçlüm:
Yemekte bize eşlik eden kediyi de doyurdum. Sırayla bir köfte kediye attım, bir köfte kendim yedim.
Uyku saatim gelince İstinye Park'a geçtik. Ben uyurken bizimkiler kahve içip dinlenmiş, enerji toplayınca da gezmişler. Uyandığımda annem trençkot bakıyordu. Giydiklerine bakıp "Cık!" dedim. Aslında çok güzellerdi, ben sadece aile bütçesini düşünüyordum.

Babam isyan bayrağını çekince annem yine surat yaptı ve biraz söylendi. Sonra unuttu, arabaya atlayıp eve geçmeden markete uğradık. Akşam maç seyretmeye babamın amcası gelecekti, 18 civarı evde olacağımızı söylemiştik ama erken gelip kapıda kalmış. Şansa bakın ki bizimle aynı markete girmiş! Alışveriş yapıp eve geçtik ve Lig TV karşısına kurulduk.

Cemal Amca dedemin abisi olduğu için o da dede sayılır. Ama nedense dedeliği kabul etmedi. "Celal is old, I am young." dedi. Dedemin saçı yokmuş ama onun varmış. Olur mu canım dedemin saçı var, sadece önler gidik! Hem benim dedem çok yakışıklı! Hıh!! Dedeciğim ne zaman geleceksin? Seni çok özledim!

*Meynamma: Merhaba