06 Kasım 2010

Gözden kaçmadı

Alt köpek dişlerim sonunda patladı. Annemle aramızdaki "Bakarım-Bakamazsın!" çekişmesi daha ne kadar sürecek acaba?? :)

Sümerler Mardin mutfağında

Bugün trafik nedeniyle programa uyamayınca planladığımız akıştan saptık. 2'de doktorda olmalıydık, alışılmışın dışında erkenden evden çıktık. Nasılsa erkenciyiz diye babam doktora giderken yol üzerinde dedemlere bir yer göstermek istedi. Sonra da çıkması gereken sapağı kaçırdı. Kendimizi berbat bir trafiğin içinde bulduk ve böylece olayların gelişimi tamamen değişti...

Randevu saatimizi kaçırdık. Annem gecikeceğimizi bildirdi ve 4'e kadar hiç boşluk olmadığını öğrendi. 2:20'de muayenehanenin sokağının girişindeydik ama sokakta çalışma olduğu için giremeyeceğimizi gördük. Zaten 20 dk gecikmiştik. Dönüp gelene kadar saat kim bilir kaç olur düşüncesiyle büyük babaanne ziyaretini öne aldık, doktora dönüşte gitmeye karar verdik.

Büyük babaanneme yaptığımız erken bayram ziyaretini aksayan programdan ötürü kısa kesmek zorunda kaldık çünkü sabahtan beri bir şey yememiştim. Saat 4'e geliyordu, acıktım ve ilk kez karnımı göstererek "Mamma" dedim. Bizimkiler kurabiyelere yumulduğumu görünce bana doğru düzgün bir şey yedirmek için kalkmaya karar verdiler. Sonuç olarak doktor programını da tümüyle tedavülden kaldırmış olduk.

Büyük babaanneme giderken Suadiye'deki Cercis Murat Konağı'nı görmüştük. Annem akşam yemeğini burada yemeyi önerdi. Böylece bugünkü programın son ayağı olan bizim tarafta balık yeme de rafa kalktı.

Restorana girerken hepimiz çok açtık. Hemen yuvarlak masanın etrafına kurulup sipariş verdik. Önce 10 tane mezenin ve bir kase manda yoğurdunun olduğu tepsi geldi. Herkes mezelere atladı. Ben pilav sipariş etmiştim. Aklım girişte gördüğümüz çocuk oyun odasında kaldığı için alelacele pilav ve yoğurt yedim. Yoğurt mü-kem-mel-di!

Oyun odasında sorumlu bir abla vardı. Oyuncaklarla oynarken benimle ilgilenebilirdi. Bizimkilerden izin isteyip gittim. Onlar rahat rahat yemek yerken ben de değişik oyuncaklarla oynamanın keyfini çıkardım. Keşke her restoranda böyle oyun odaları olsa...
Fotoğraftaki çocuk biz gitmek üzereyken geldi. O gelene kadar odanın hakimi bendim. Gamze Abla da benimle birebir ilgilendiği için bizimkiler daha rahat oturdular. Çünkü biliyorsunuz mutlaka gözünü üzerimden ayırmayan sadece bana tahsis birinin olması gerekiyor.

Ben oynarken bizimkiler ara sıcakları ve ana yemekleri bitirmişler. Meze tabağından sonra içli köfte, kaburga dolması ve saç kavurma gelmiş. Aşağıda babamı saca ekmek banarken görüyorsunuz.
Dedem de Süryani şarabını emekli oluşunun şerefine kaldırıyor ama görüldüğü üzere alışılmış şarap kadehinde değil...
Masaya döndüğümde mırra içilmiş ve tatlıya geçilmişti. Baktım masada künefe ve dondurmalı irmik helvası var, helvayı tercih ettim.
Bu arada babam anneme "hanım ağa" diye takılıyordu. Meğer annem mırrayı içtikten sonra fincanını masaya koymuş. Bu hareket "Masanın ağası benim. Bu masada benim sözümün üstüne söz söylenmez, mırra servisi de bitmiştir!" anlamına geliyormuş. Hanım ağa olmak da kolay değilmiş hani... Annemin mırra servisi yapan genci evlendirmesi gerekiyormuş! Neyseki makul bir miktarda anlaşmışlar! :))

Tatlı yerken bizimkilerin önünde ne olduğunu anlayamadığım kadife bir yastık duruyordu. Kapaklar açılınca dibek kahvesinin bu şekilde servis edildiğini gördüm. Annemin dediğine göre bu hayatında içtiği en güzel kahveymiş.
Yemeğimizi bitirince ellerimizi gül suyu ile yıkayıp lokum ikram ettiler. Hayatımda böyle itinalı servis, böyle ihtimam görmedim. Herkes masadan çok çok çok memnun kalktı. Babam anneme aynı ilgi ve özeni ve tabii ki menüyü evde de görmek istediğini söyledi. Annem "Hı hı, tabii." demekle yetindi. - Babacığım o zaman İzmir'den değil Mardin'den gelin alacaktın! ;)

Dönüş yolunda babaannem bana kitap okudu. Bizimkiler Caillou'ya olan sevgimden ötürü bana Caillou serilerini almışlar, ev kitap doldu. Kitaplarımı her yere götürüyorum, böylece beni oyalamak için gerekli materyal yanımızda gezmiş oluyoruz.
Programdan sapsak da spontane ama güzel bir gün geçirmiş olduk. Bu arada annemden bugünkü gibi yeni mekan önerileri de bekliyoruz. Mümkünse çocuk oyun odası olan mekan önerileri... :)

05 Kasım 2010

Bebek Parkı'nda bir yalnız Ela

Sabahtan evde annemle bazı işleri hallettik. Güzel havayı değerlendirmek için yemekten sonra çıkmayı düşünüyorduk. Dayım mesaj attı, dersi yokmuş. "Takıl bana, hayatını yaşa!" dedim çünkü planda Bebek'e gitmek vardı.

Taksiden Arnavutköy'de inip Bebek'e doğru yürüdük. Deniz havası alırken uyuyakaldım. Starbucks'da deniz kenarında otururken annem yanında getirdiği birikmiş dergileri okumuş, dayım da internette takılmış.

Uyandığımda parka gittik ama evden çıktığımızda karşılaştığımız güzel havadan eser kalmamıştı. Bebek Parkı'nı hiç bu kadar boş görmemiştim. Birlikte tahtırevalliye binecek bir çocuk bile yoktu.
Neyseki annemle dayım vardı.
Park boş olunca oradan oraya koşturup rahat rahat takıldım. Bu arada geniş tahta merdivenleri artık yardımsız çıkabiliyorum ama annemin yüreğine indiği için hemen koşup el veriyor.
Rüzgarın şiddetini artırdığını ve saatin 5'e yaklaştığını görünce trafiğe kalmamak+üşümemek için parka veda ettik ve durağa kadar yürüyüş yaptık.
Yolda bulduğum "yapiya"lar çok hoşuma gitti, biraz onları inceledim.
Bu arada üzerimdeki Nike mont babamın Hollanda'da yaşayan çocukluk arkadaşı Froso'nun hediyesi. Nasıl, yakışmış mı? :)
Froso beni hiç görmemesine rağmen Amsterdam'da buluştukları gün elinde hediyeyle gelmiş. Ne kadar ince bir davranış değil mi? Yılbaşı'nda İstanbul'a geldiklerinde tanışıp teşekkür öpücüğümü vereceğim.

04 Kasım 2010

Yıldız Parkı'nda sonbahar

Annem bugün harika bir hava olacağının haberini almış. Amsterdam dönüşü Vanessa ve Keysi'yi bize davet edeceğini söylemişti, hava bu kadar güzel olunca kızlara Yıldız Parkı'na gitmeyi önerdik. "Süper fikir!" diyerek kabul ettiler. Geçen sefer öğleden sonra buluşmuştuk, anneler bir sonraki buluşma saatini öğleden önceye çekmeye karar vermişlerdi. Bu yüzden buluşma saatini 11:00 olarak belirledik.

Kahvaltıdan sonra biraz oynayıp hazırlandık. Hazırlanma aşamasını annem için mümkün olduğunca zorlaştırdım. Giyinmemek için debelendim. Böylece daha çıkmadan yoruldu.

Yıldız Parkı'na uzun zamandır gitmemiştim. Galiba 1 yıl olmuş... Ne kadar büyük bir yer olduğunu unutmuşum. Ormandaki çocuk parkları da kocaman tabii. İlk gittiğimizi beğenmedik, çok bakımsızdı. Biraz daha yürüyüp diğerine geçtik. Her taraf yaprak, toprak ve çeşitli böceklerle doluydu.
Kaymadan önce kaydıraktaki yaprakları temizlemek gerekiyordu.
Parkta üçümüzün aynı anda bineceği salıncak ya da tahtırevalli olmaması biraz problem oldu. Böylece sırayla binmenin gerektiğini öğrenmiş olduk.
Biz Keysi'yle salıncaktayken Vanessa beni salladı. Sonra ben indim ve salıncağa Vanessa bindi.
Park sonrası çay bahçesinde mola verip kendimizi güneşin kollarına bıraktık. Hava o kadar güzeldi ki hiç eve dönesimiz yoktu. Natali "Burdan bize geçeriz diye düşünmüştüm, ne dersiniz?" diye sordu. Önce çok iyi bir fikir gibi geldi ama annem geçen sefer uyumadığımı ve uyku düzenimin bozulduğunu hatırlayınca teşekkür edip bu seferlik eve gitmeye karar verdik.

Eve döndükten sonra annemle bir şeyler atıştırdık. Normalden biraz daha geç uyuyunca uyandığımda saat 18:30 olmuştu. Babam işten dönene kadar annemle yemek hazırlayıp oyun oynadık. Babam gelince nöbeti devraldı. Bu gece biraz geç yatmayı düşünüyorum...

03 Kasım 2010

Neşeliyim neşeli :)

Bugün için planımız öğlen İstinye Park'a gitmekti. Dayım öğleden sonra uğrayacağını söyleyince onu da alıp birlikte gitmeye karar verdik.

Tam evden çıkmak üzere ayakkabılarımızı giyerken Çağan aradı. "Point Otel'deyim, öğlen birlikte bir şeyler yapalım mı?" diye sordu. Annem de çıkmak üzere olduğumuzu ama yol üzerinde otele uğrayıp onu görebileceğimizi söyledi. Sonra da bana dönüp "Sana bir sürprizim var Elacığım." dedi ve asansöre bindik. Asansörden indiğimizde dayımı gördüm. Bir sevinç, bir mutluluk! Çok özlemişim dayımı, hemen boynuna atladım. Bu arada benim bu karşılaşma anındaki coşkum dillere destan oldu, sırf bu yüzden insanlar beni görmeye geliyor olmasınlar? :)

Point Otel'e 5 dakikada vardık. Çağan kapıda bekliyordu. Annemle muzırlık yaptık ve pusetimle arkadan Çağan'a çarpıp "Pardon!" dedik. Bir hışımla döndü ama çarpanın ben olduğumu görünce güldü. "Gel bak sana bir sürprizim var..." dedi, elimden tuttu ve otelden içeri girdik. Döner kapıdan geçerken karşıma babam çıkmasın mı?!? Acayip şaşırdım ve aylardır görmüyormuşçasına sevindim. Sergilediğim coşku karşısında herkes çok etkilendi. Ama ne yapayım bu yaşıma geldim babamı daha önce hafta içi öğlen bizim oralarda görmedim. Sevinirim tabii... :)

Babamlardan ayrılıp İstinye Park'a geçtik. Dayım beni gezdirirken pusetimde uyudum. Uyandığımda Caffé Nero'daydık. Annem benim için yanında muz getirmiş ama dayımın 3 çikolatalı brownie'sini görünce muzun yüzüne bile bakmadım. Brownie üzerine annemin ince belli bardaktaki çayıyla oynadım, karıştırma sesi (gürültüsü) hoşuma gitti. Bardağın dibinde kalan çayı da hüplettim.
Annem baktı ki bu gürültüyle daha fazla orada oturmamız mümkün değil, kalktık. Yelda iş çıkışı gelip bizi aldı çünkü akşam yemeğe onlara gidecektik. Yelda bana özel menüde kıymalı kabak ve makarna olduğunu söyledi. Makarnadan gerisi benim için teferruattır, "Kabağı salla, makarna ver bana." dedim. Annem de yemeğin suyunu makarna sosu haline getirip önüme koydu. Masada baş köşeye kurulup bir bardak ayranla birlikte kabak soslu makarnamı yedim.
Namnamnam çok güzelmiş, ağzım burnum sos oldu ama olsun.
Yemekten sonra Tibet bizi eve bıraktı, yıkanıp mis gibi olduktan sonra doğru yatağıma gittim.

PS: Yılbaşı gecesi takacağım Noel Baba şapkam hazır! Yelda Zara Home'da görünce hemen almış benim için bir tane... Teşekkür ederim Yeldacığım şapkam tam kafama göre oldu... :)

02 Kasım 2010

Güneşli bir gün

Bugün bahardan kalma bir hava vardı. Böyle güneşli günlerde insanın mutsuz olması mümkün mü? Benim de içim neşe doluydu... :)

Erken kalktım ve bizimkilerle kahvaltı ettim. Sonra Yelda uğradı-beni görmek için. İşte haftanın ilk gününden hayranlarım birer birer dökülmeye başladı! Öğleden sonra da dayım gelecekti ama yetiştirmesi gereken bir ödevi varmış, yarın geleceğini söyledi.

Yelda ile birlikte çıktık; onu işe gönderdik, biz de annemle parka gittik. Arkadaşım Eylül de anneannesiyle parka gelmiş, birlikte oynadık. Park dönüşü posta kutularına takıldım. "Postacılık zevkli bir meslek olsa gerek.." diye düşünüp mektupları düzenledim.
Annem öğlen menüsü için tarhana çorbası düşünmüş ama ben makarna istedim. Hayret, sorun çıkarmadan makarnayı yaptı. Ama şöyle anlaştık; çorbayı yarının menüsüne kaydırdık. Bana kalsa her gün makarna yerim ama sağlıklı gelişim için dengeli beslenmem şartmış.

Cumartesi doktor kontrolüm var. Merak ettiğimiz her şeyi not alıp soracağız, çünkü oraya gidince unutuyoruz. İşte sorularımız:

- Artık eskisi kadar çok yemiyorum, porsiyonlarım yarı yarıya azaldı. Normal midir? Kilom ve boyum iki ayda ne kadar artış göstermiş?
- Diş bakımını doğru yapıyor muyum?
- Çok fazla süt içiyorum. Fazla sütün kansızlık yaptığını söylüyorlar. Annem tahlil yaptırmak istiyor. Sonuçlara bakıp konuşalım...
- Kötü bir ağız kokusu başladı. Seda aynı şeyi Zeynep'te hissedip doktoruna sormuştu. Bu dönem geniz eti büyüdüğü için normalmiş. Teyid etmekte fayda var. Bana özgü başka bir nedeni olabilir mi?
- Başımda geçmeyen bir yara var, sürekli kabuk oluyor. Bu, bu nedir bu?
- Kışın kendimi korumaya almam lazım, hangi multi vitamini kullanayım?

01 Kasım 2010

Abbaslarıma kavuştum

1 yaşımı doldurduğum günden beri bizimkiler "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz!" misali her fırsatta beni büyüklere bırakıp gidiyorlar. Bu sefer de 4 günlüğüne Amsterdam'a gitmişlerdi, sabaha karşı dönmüşler.

Uyandığımda sesimi duyan babam odama geldi, sonra birlikte onların odasına gittik. Yorgan top gibi olmuştu, sanki altında saklanan bir şey vardı. Kaldırdım: Annem. "Hooley!". Çok sevindim, ikisine birden sarılıp durdum, gerçekten çok özlemişim.

Annem öğlene doğru tekrar uyudu, bir türlü kafasını kaldıramadı. Bu sefer gerçekten çok yorulmuşlar. Sesimi çıkarmadım, ben de uyudum. Bugün böyle uykulu/yorgun geçer artık, yarın eski formumuza kavuşuruz... :)