20 Ağustos 2010

Ela Süper Foça'dan bildiriyor

Dedem kendine sadece cuma ve cumartesi izin verebilince Foça'ya gitmemiz biraz gecikti. Bu benim Foça'ya ilk gidişimdi. Sevimli bir Ege kasabası diyebilirim Foça için. Çeşme ve Bodrum'un kokoşluğunu burada göremedim. Herkes rahat, sanki oranın yerlisiymiş de balığa gidiyormuş gibi takılıyorlardı. Gündüz bu kadar sakin olan yer gece olunca cıvıl cıvıldı. Balıkçılar dolu, neşeyle kadehler tokuşturuluyordu. Kimileri yürüyüşe çıkmış, ellerinde dondurma. Bebekler pusetlerde aileleriyle birlikte geceyi sokakta geçiriyorlardı... Foça gece yaşayan bir yerdi.

Anneannemler Foça'nın içinde ev tutmuşlar. Her yer yürüyüş mesafesinde. Cuma sabahı 9:30'da yola çıktık, 1 saatte eve vardık. Denizi çok özlediğim için annem ve dedemle birlikte giyinip çıktık, anneannem yerleşmek üzere evde kaldı. Foça'da sahil boyunca istediğiniz her yerde denize girebiliyorsunuz. Belediyenin işlettiği plajlar da var, özel plajlar da... Fiyatlar el yakmayan cinsten. Ama öyle beach party'ler ve dımtıs müzikler beklemeyin. Dedim ya burası hiç tikky bir yer değil. Bazen plaj bile yok, şemsiyenizi ve şezlongunuzu atın, bulduğunuz yere oturun. Orası sizin plajınız artık! Deniz çok temizdi. Meğer içinde minik balıklar varmış, bir tanesi annemin bacağındaki kesiği ısırınca denizin içinden bir havaya yükselişi vardı ki görmenizi isterdim. Bir de eğer taşa basmaktan hoşlanmıyorsanız yanınızda mutlaka deniz ayakkabısı ile gidin.

İlk günün sabahı Büyük Deniz'deki plajdan girdik. Cuma olduğu için kimsecikler yoktu.
Deniz pırıl pırıl ama azıcık serindi. Olsun benim için fark etmez. "Bıcıbıcıbıcı" ve "Papapa" yaptıktan sonra öğle yemeği ve uykusu için eve döndük. Yemekten sonra dedemle kitap okuduk ve hepimiz bir güzel uyuduk.
Uyanınca bir daha denize gittik, biraz daha "Bıcıbıcıbıcı" ve "Papapa" yapıp bu sefer akşam yemeği için eve döndük. Yemekten sonra yürüyüşe çıktık. Küçük Deniz'deki balıkçıların önünden geçip Kybele Tapınağı'na ve Beşkapılar Kalesi'ne doğru yürüdük. Dondurmamı yerken uyumuşum.

Burası açık hava müzesi gibi bir yer. İzmir'den gelirken tepede şu an restorasyonu süren yel değirmeni kalıntılarını da görmüştüm. Çalışma bittiği zaman harika görüneceklerini düşünüyorum.

Ertesi sabah dedem balık mezatına gitti. Dedemin en büyük hobisi bu olmuş. Denizden yeni çıkan balıkları restoran işletmecileriyle girdiği kıran kırana (!!) pazarlıktan sonra alıp bize getiriyor, akşam da bir güzel pişirip servis ediyordu. Dedem bu kadar profesyonel balık pişirdiği için annem İzmir'e gidince balık restoranına hiç gitmez, Foça'da da öyle oldu.

Balık mezatı dönüşü birlikte kahvaltı yaptık ve bu sefer bütün günü geçirebileceğimiz bir plaja gidelim dedik. Koyları dolaşarak denizdeki dalganın en az olduğu yeri aramaya başladık. Hanedan'a gidince "Tamamdır!" diyerek içeri girdik. Kocaman bir koy, adı 4. Mersinaki'ymiş. Hanedan burayı Fransız Tatil Köyü denilen Club Med ile paylaştığından içeride bir çok yabancı vardı ve Fransızca anonslar yapılıyordu.
Bütün gün denize girip güneşlendim, dedemin kucağında bir güzel uyudum. Deniz yine pırıl pırıl ama yine hafif soğuktu. Annem beni çıkarmak istedi ama "Nonono" diyerek reddettim ve denizin tadını çıkardım. İstanbul'a dönünce nereden bulacağım böyle güzel denizi değil mi?
Sonra çıkıp şezlongda kendimi güneşin kollarına bırakarak taşlarla oynadım.
Denizdeki anneannemle dedeme el salladım.
Dedemin sabah aldığı balıkları pişirip yemek saatime yetiştirmek üzere eve döndük. Yarın nereden denize girsek diye şimdiden düşünmeye başladık. Nasılsa bütün koylar bizim... :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder