24 Nisan 2010

23 Nisan'da hastaydım, neşe dolamadım

Salı akşama doğru ateşlendim, sabah kalktığımda geçti. Çarşamba öğleden sonra yine ateşlendim, perşembe sabah kalktığımda geçti ama öğleden sonra yine çıktı. Yükseldiğinde 38-39 derece civarına çıkıyordu. Doktorum "Normal dışı birşey görürsen getir." demişti ya, bizimkiler belki de onların anlayamadığı bir terslik vardır (boğazım şişmiştir ya da kulağım ağrıyordur) diye dün sabah beni doktora götürdüler.

Doktorum beni görür görmez güldü ve bizimkilere "Her ateşi çıktığında bana getirirseniz köşeyi dönerim." dedi. Annem de gidişatı anlattı ve zırlaya zırlaya kendimi muayene ettirdim. Kulaklar temiz, boğazda sorun yok... Vücuduma virüs girmiş ve savaş başlamış. Virüsler yüksek sıcaklıkta yaşayamaz diye beynim "Ateş yükselsin!" talimatı vermiş. Kan pompalamaktan tasarruf edip tüm güçleri savaşa dahil etmek için el ve ayaklarımdan kanı çekmiş (Bu yüzden el ve ayaklarım soğukmuş). Bakmış daha da güce ihtiyaç var sindirim sistemimi durdurmuş (Bu yüzden canım birşey yemek istemiyormuş). Beynim tam "Oldu bu iş!" diyerek ateşi düşürünce virüsler tekrar saldırıya geçtiği için ateşim tekrar yükseliyormuş. Yani anlayacağınız kıran kırana bir mücadele olmuş minik bedenimde... Bunları öğrendiğimiz iyi oldu. Bundan sonra da ateş çıkınca ateş düşürücüye ya da antibiyotiğe sarılmayacağız, ateşi yükselten hastalığı bulmaya çalışacağız. Doktordan çıkınca hemen eve dönmedik. Cadde'de vakit geçirdik. Pek halim yoktu, açık havada biraz uyudum, babamın kucağında sütümü içtim.Çağan da beni görmeye geldi. Birlikte Cadde'de tur attık. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Çocuğunu alan kendini dışarı atmıştı. Çocuk Bayramı dolayısıyla her yerde bir aktivite vardı. Dün ilk defa bando gördüm. Keşke trompetim yanımda olsaydı... Ben de eşlik ederdim.Bu sabah da Uzunya'ya gittik. Uzunya neresi mi? Ben de ilk defa duydum. Kilyos tarafında bir sahil kasabasıymış. Denizin dibinde açık havada kahvaltımızı ettik. Mis gibi bir hava vardı, her yer yemyeşildi.Çok ama çok sevdik Uzunya'yı, hiç kalkmak istemedik ama Tibetle babam squash kortunda hesaplaşacaklardı. Erkekler Sheraton'a, biz kızlar İstinye Park'a gittik. Maçtan sonra babamlar da bize katılınca Armani Caffé'ye oturduk. Güneş o kadar güzel batıyordu ki, orada oturmaya da doyamadık... Garson abiler benimle çok ilgilendiler, bana özel tabak hazırladılar; makarna ve yoğurt. Bakar mısınız ne kadar sevimli?Tatlı olarak da elma ikram ettiler. Biz terastaydık ama içerisi de gayet geniş ve ferahtı, rahatlıkla gezebildim. Bebek sandalyesi de vardı. Tabii ki bu güzel öğleden sonrası ve bana gösterdikleri ilgi için Armani Caffé'ye tam puan verdim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder